Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri, Taşkent’e gidecekti…
Mevsim ilkbahardı.
Yolda akşam olunca bir talebesinin evinde misâfir oldu.
Biraz sohbet ettiler.
Yatma vakti gelince;
“Evlât! Sen de benim yanımda yat” buyurdu ev sâhibine.
Talebe de;
“Başüstüne efendim” dedi.
Ve aynı odada yattılar ikisi.
Talebe tam uykuya dalmıştı ki, bir “ses” duyup uyandı…
Hocasının sesiydi bu.
Kendisine;
“Evlât! Hemen kalk, eşyalarını topla ve hemen dışarı çık. Bütün mahalle halkını da uyandır. Herkes kıymetli eşyasını alıp çıksın evinden!” buyurdu.
Kendi de acele çıktı.
Cümle halk toplanmıştı.
Büyük velî, köy halkına;
“Beni tâkip edin!” dedi.
Ve hızlı adımlarla yöneldi yakındaki tepeye. İnsanlar da peşinden. Az sonra tepenin üstüne toplanmışlardı bütün köy halkı.
Herkes birbirine soruyordu:
“Neler oluyor?”
“Buraya niçin geldik?”
“Bir şey mi var?”
Ancak kimse bilmiyordu bundaki hikmeti. Onlar böyle konuşuyordu ki, yukarıdan bir sel kopup büyük şarıltıyla köye indi.
Her şeyi alıp götürüyordu.
Ağaçlar, evler, hayvanlar.
Korkunç sel, kısa zamanda köyü harâb etmiş; ama insanlar kurtulmuştu.
Bu hârikulâdeyi hepsi gördü.
Ve o gün “talebesi” oldular bu büyük velînin…