İbrâhim Havvâs hazretleri, Hac yolunda bir “râhiple” karşılaştı…
Yürüyüp hasbihâl ettiler.
Önlerine bir “nehir” geldi.
Râhip, bu zâta;
“Senin dînin mi hak, benimki mi? Tecrübeyle anlayabiliriz” dedi.
“Nasıl anlarız?
“Çok kolay. Şu suyun üzerinden hangimiz yürüyüp karşıya geçerse onun dîninin hak olduğu anlaşılır. Deneyelim mi?”
“Olur, deneyelim.”
Önce râhip yürüyüp geçti karşıya.
İbrâhim Havvâs hazretleri “Yâ İlâhî!.. Bana yardım et, onun karşısında beni mahcup etme” diye yalvardı.
Ve “Besmele” söyledi.
Sâlimen karşıya geçti.
Râhip dedi:
“İkimiz de geçtik, tekrar yarışalım.”
“Olur, yarışalım.”
Râhip;
“İkimiz de acıktık. Hangimizin önüne daha leziz rızıklar gelirse onun dîninin hak olduğunu anlayalım” dedi.
O anda bir “köpek” geldi.
Ağzında bir dilim “ekmek”.
Râhibin önünde durdu.
Râhip, köpeğin ağzından ekmeği aldı ve yemeye başladı.
İbrâhim-i Havvâs duâ etti…
O an “nûr yüzlü” biri geldi.
Elinde bir “sini” tutuyordu.
Üzerinde “leziz yemekler.”
Râhip bunu gördü.
Derhâl insafa geldi.
Kalbi, İslâm’a meyletti.
“Ben iki defâ da sihir yapmıştım. Ama seninki gerçekten kerâmet. Anladım ki, senin dînin haktır” dedi.
Ve şehâdeti getirdi.
Müslüman oldu…