Şam’da dünyâya gelen Ebû Bekr-i Sûsî hazretlerinin kabr-i şerîfi de bu şehirdedir.
Bir gün talebesiyle sohbet ediyordu.
Bir ara dergâhtan içeri bir genç girdi.
Elbisesi kir pas içindeydi.
Üstelik de “sarhoş”tu.
Ayakta duramıyordu.
Talebeler tiksindiler ondan.
O genç, nihâyet bir kenara yığılıp kaldı!
Büyük velî, derse ara verip “Evlâtlarım! Onu böyle görünce hakkında kötü düşünmeyin! O da sizin gibi Allah’ın bir kuludur” buyurdu.
Ve ekledi:
“Hâlis tövbe ederse sizden yakın olur Allah’a. Belki de o, bu yola sizden daha ehil ve lâyıktır.”
Başını önüne eğdi.
Biraz tefekkür etti…
Sonra başını kaldırıp;
“Gün gelir, bu genç benim bu yerimde insanlara nasîhat eder. Haydi, şimdi onu incitmeden götürüp yatırın bir yatağa!” dedi.
Talebeler;
“Başüstüne” dediler.
Emri yerine getirdiler.
Az sonra genç kendine geldi.
Etrâfına bakıp sordu merakla:
“Ben neredeyim?”
“Burası bir dergâh.”
“Kim getirdi beni buraya?”
“Hocamızın emriyle biz getirdik.”
“Hocanız kim sizin?”
“Ebû Bekr-i Sûsî hazretleri.”
Genç bu ismi duyunca birden toparlanıp edeple diz çöktü…
Kalbi değişti birden…
Bütün kötü fiillerine ‘pişmânlık’ duydu.
Ve bu büyük zâta talebe oldu…