Osmanlı devrinde yetişen İslâm âlimlerinden. İsmi, Muhammed bin Ahmed bin Âdil Çelebi olup, lakabı Hâfızüddîn’dir. Hâfız-ı Acemî diye de tanınır, İran’da doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. 957 (m. 1550) senesi İstanbul’da vefât etti.
Hâfızüddîn, ilk tahsilini Tebrîz’de yaptı. Mevlânâ Yezîd’den ilim öğrendi. Onun derslerinde bulunmakla çok istifâde etti. Birçok ilim dallarında söz sahibi oldu. Şöhreti her tarafa yayıldı, İran’da meydana gelen Şah İsmâil fitnesi sebebiyle, fesad ortamından ayrılıp Anadolu’ya geldi. Mevlânâ Müeyyed-zâde Abdurrahmân Efendi’nin ilim meclisine katıldı. Onunla ilmî müzâkerelerde bulundu. Kısa zamanda ilimdeki meziyet ve fazileti ortaya çıktı. Abdurrahmân Efendi, Hâfızüddîn’in ilim ve edebdeki bu üstünlüğüne hayran olup, onu Sultan Bâyezîd Hân’ın huzûrunda medh ve sena etti. Böylece Ankara Medresesi’ne ta’yinini sağladı. Hâfızüddîn, medresede ilim ve talebe yetiştirmekle meşgûl oldu. Hüsn-i hat (güzel yazı) sahibi idi. Çok serî yazardı. Güzel ve çok serî (çabuk) yazmada bir benzeri yoktu. Bir ayda Sadr-üş-Şeri’a kitabını yazdı. Medrese’de okuttu. Sonra Merzifon’da Çelebi Mehmed Medresesi’ne müderris oldu. Ders esnasında Seyyid Şerîfin Şerh-i Miftâh adındaki eseriyle meşgûl olup, bir kısmına haşiye yazdı. Bunun yanında, ba’zı eserlere de haşiye yazmakla meşgûl oldu. Daha sonra İstanbul’a geldi. Yaptığı haşiyeyi Müeyyedzâde’ye arz etti. O da bu eserini çok beğenip, takdîr ve tebrik eyledi. Yavuz Sultan Selim Hân; Mısır seferine çıktığında Amasya’ya uğradı. Orada Hâfızüddîn’i gördü, ihsân olarak İstanbul’da Atîk Ali Paşa Medresesi’ne müderris ta’yin etti. Medresede Seyyid Şerîfin “Şerh-ı Mevâkıf’ından bir kısmına haşiye (açıklamalar) yazdı. Sonra İznik’de Orhan Gâzî Medresesi’ne müderris oldu. Orada da kıymetli eseri Heyula’yı yazdı. Sonra da İstanbul’daki Sahn-ı semân medreselerinden Başkurşunlu Medrese’ye müderris ta’yin edildi. Orada Muhâkemât-ı Tecridiyye isminde bir kitap yazdı, İlm-i kelâma dâir mes’eleleri bildirdi. Ayasofya Medresesi’nde ders verdi. Burada “Medînet-ül-ilm” adlı eserini yazdı. Sonra yetmiş Osmanlı akçesi yevmiye ile tekâ’üd (emekli) oldu. Noktat-ül-ilm, Fihrist-il-ulûm, Meârik-ül-ketâib, Sebâ-i Seyyare, Tercüme-i Tîmûrnâme, Menâkıb-ı Ali bin Ebî Tâlib ( radıyallahü anh ), Nefeset-ül-masdûr gibi eserleri yanında, çok sayıda risale ve tâ’likâtı vardır. Ömür boyu gece-gündüz ilimle meşgûl oldu. Âlimler arasında i’tibarlı, her ilimde üstün bir zât oldu. Fazilet, sahibi ve vakûr idi. Edebiyatta da çok mahir olup, ince ma’nâlı şiirler söyledi. Bir şiirinde şöyle dedi:
“Âşıklarız, belâzedeler mübtelâlarız,
Âlemde bir muhabbete kalmış gedâlarız.”
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Mu’cem-ül-müellifîn cild-8, sh. 272
2) Şezerât-üz-zeheb cild-8, sh. 318
3) El-Kevâkib-üs-sâire cild-2, sh. 26
4) El-A’lam cild-6, sh. 5
5) Esmâ-ül-müellifîn cild-2, sh. 243
6) Şakâyık-ı Nu’mâniyye cild-1, sh. 469
7) Keşf-üz-zünûn cild-1, sh. 351, 901, 976 cild-2, sh. 1766, 1844, 1812
8) Şakâyık-ı Nu’mâniyye tercümesi (Mecdî Efendi) sh. 449
9) Osmanlı Müellifleri cild-1, sh. 275
HÂFIZÜDDÎN ACEMÎ