HÂCI ŞERÎF ZENDENÎ

Evliyânın meşhûrlarından. Lakabı Neyyirüddîn’dir. 612 (m. 1215) senesinde, yüzyirmi yaşında olduğu halde vefât etti. Keşif ve kerâmetler sahibi bir mürşid idi. Hâcı Mevdûd Çeştî hazretlerinin talebesi ve halîfesidir. Ondört yaşından i’tibâren hiç abdestsiz bulunmamıştır. Dâima eski elbiseler giyer, kanaatkar ve mütevâzi bir hayat yaşardı. Çok ibâdet eder ve zarûret miktarı yerdi. Onun sohbetine dünyâya düşkün biri gelse, dünyâya düşkün olmaktan kurtulur, zâhid ve müttekî olurdu.

Senelerce sahralarda yalnız dolaştı. Hep aç bulunur, üç günde bir, çölde biten yeşil bir ottan tuzsuz olarak bir miktar yerdi. Zikr esnasında ve namaz kılarken kendinden geçerdi. Bulunduğu bir mecliste Allahü teâlânın ismi anılınca kendinden geçer, Rabbine olan muhabbetinin ateşiyle yanar, kendini kaybederdi. Zikir sırasında neden böyle kendinizden geçiyorsunuz? diye sorduklarında şöyle buyururdu: “Âşık olanlar, mahbûbun ismini işitince kendinden geçmelidir. Böyle olmasa henüz o olgunlaşmamıştır.”

Mevdûd Çeştî hazretlerinin sohbetine devam ederdi. Huzûrunda başını önüne eğer, sessizce ve edeble dururdu. Bir defasında ona buyurdu ki: “İyi bahtlı Hacı, Allahü teâlâdan senin benden sonra benim makamıma oturmanı ve insanları irşâd etmeni istedim. Her kim ki sana talebe olursa ni’mete kavuşur. Şimdi git halvete otur, ibâdet ve tâatla meşgûl ol.” Bu emir üzerine gidip, bir müddet yalnız başına kaldı, îbâdet, tâat ve zikirle meşgûl oldu. Sonra hocasının huzûruna geldi. Mevdûd Çeştî hazretleri ona tam bir teveccüh ile çok iltifât etti. Kalbinden onun kalbine feyz akıttı, İsm-i a’zamı kalbine yerleştirdi. Bir anda ilm-i ledünniye, ma’rifet ilmine kavuşturdu. Ona hırka giydirip, kendisine halîfe yaptı. Onu. Büyüklerin tasavvufda ulaştığı makamlara ulaştırdı.

Bırgün huzûruna bir fakir geldi. Gelen fakire o kadar alâka hattâ hürmet gösterdi ki, huzûrunda bulunanlar buna şaştılar. Fakir ve garîb kimselere çok alâka gösterir, dünyâya düşkün olanlardan uzak dururdu. “Yâ Rabbî, gönlü kırık, fakir ve garîb olan kulların hürmetine bana kurtuluş ihsân eyle” diye duâ ederdi.

Fakir bir kimsenin yedi kızı vardı. Son derece sıkıntı içinde olup, birgün Hacı Şerîf hazretlerinin huzûruna varıp şöyle dedi: “Eğer kızlarımın evlenmesine kadar, nafakamızın te’mini ve rızkımızın artması için yardımcı olursanız, pek büyük bir lütuf ve keremde bulunmuş olursunuz.” Hazreti Şeyh, ona; “Yarın, inşâallah senin için hayırlı olur” dedi. O şahıs oradan çıkıp evine giderken, yolda tanıdığı bir yahudiye rastladı ve hâdiseyi anlattı. Yahudi; “O zâten, kendisi fakir bir adamdır. Sana nasıl yardım edecek ve edebilir?” deyip; “Sen tekrar Şeyh’e git ve de ki, eğer Hacı Şerîf yedi sene bana hizmet ederse, ben ona peşin olarak yedi bin altın veririm” diye ilâve etti. Fakir adam tekrar Hâce’nin yanına gidip, bunu anlattı. O da pekâlâ gidelim deyip, birlikte yahudinin yanına gittiler. Şeyh hazretleri, yahudiden yedibin altını aldı ve fakire verdi. Fakiri gönderdi. Kendisi de yahudinin hizmetine girdi. Bunu duyan servet sahibi bir zât, yahudiye olan yedibin altın borcunu ödemesi için Hazreti Şeyh’e yedibin altın gönderdi. Hacı Şerîf hazretleri altınları alıp, fukaraya dağıttı ve; “Benim, bu yahudiye hizmet için kendisi ile yedi yıllık bir sözleşmem vardır. Sözümden dönemem” dedi. Bu dürüstlüğü gören yahudi çok müteessir olarak Hâce hazretlerini azat etti. Hâce hazretleri ona; “Madem ki, sen beni hizmetçilikten azâd edip serbest bıraktın, Allah da seni Cehennem azâbından azâd eylesin” dedi. Bu yüksek duâ, yahudiye çok te’sîr edip, sadâkatle İslâm dînini kabûl etti ve Hacı Şerîfin talebelerinden oldu.

Hacı Şerîf hazretlerinin sohbetine devam eden talebelerinden biri, birgün ona bir miktar para getirip vermek istedi. Fakat Hacı Şerîf hazretleri kabûl etmedi. Dünyâya ve paraya düşkün olmadıklarını söyledi. O zât ise parayı kabûl etmesi için çok ısrarlı davranıyordu. O zât ısrarında devam edince, ona dönüp sahraya bak buyurdu. Dönüp baktı ve bakar bakmaz hayretler içinde kaldı. Çünkü sahrada suyun aktığı gibi hazîne (altın, gümüş v.s.) akıyordu. Hemen Hacı Şerîfin ayaklarına kapanıp af diledi. Hacı Şerîf hazretleri bunun üzerine: Gayb hazînesine sahib olan bir kimsenin başka birinin getireceği bir şeye ihtiyâcı yoktur” buyurdu.

Sultan Sencer vefât edince, biri onu rü’yâsında gördü ve Allahü teâlâ sana ne muâmele yaptı, hâlin nasıldır? diye sordu. Azâb melekleri geldiğinde, şöyle bir ferman verildi. O, birgün Hacı Şerîf Zendenî’nin mescidine, sohbetine gitmişti. Onu affedin denildi. Hacı Şerîf Zendenî hazretlerine olan muhabbetimden dolayı, onun bereketiyle kurtuldum, demiştir.

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Siyer-ül-aktâb sh. 89, 90, 91, 92, 93

2) Hadîkat-ül-evliyâ 3, kısım, sh. 154


HÂCI ŞERÎF ZENDENÎ

Kategori içindeki yazılar: HİCRÎ 07.ASIR ÂLİMLERİ