FERELİ ŞEYH SİNÂN EFENDİ

Fâtih Sultan Mehmet devri evliyâsından Abdüllatîf Kudsî’nin talebesi olan Şeyh Tâceddîn’in halîfelerinin büyüklerinden. 890 (m. 1485) senesi Rebî’ul-evvel ayının onbirinci günü vefât etti. Kabri Fere’dedir. Sevenleri ziyâret etmekte ve feyz almaktadırlar.

Şeyh Sinân, Fere’den yola çıkarak, âlimleri ve Allah adamlarını ziyâret maksadıyla Bursa’ya geldi. Hacı Halîfe’nin zaviyesine gitti. Şeyh Sinân vera’ ve takvâ sahibi idi. Dînin emir ve yasaklarına son derece bağlı idi. Hacı Halîfe, Şeyh Sinân’ın çok takvâ sahibi olduğunu görünce, talebelerine şöyle tenbîh etti: “Şeyh Sinân burada iken, tarikat âdabına aykırı bir iş işlememeye çok dikkat ediniz. Bu zâta hürmette kusur etmeyiniz.”

Taşköprüzâde’nin dayısı Abdürrahmân bin Seyyid Yûsuf şöyle anlatır: “Şeyh Sinân bu zaviyeye gelince, Hacı Halîfe, bana ve arkadaşlarıma; “Şeyh Sinân’ın yanına gelmeyiniz” diye tenbîh ederdi. “Onun yanında bir kusur işlerseniz, o hareketinizden hatırı kırılabilir. Ömrünüzde ondan sonra hayr görmezsiniz” derdi. Hacı Halîfe’nin bir talebesi vardı. Bu talebe, bir tüccârın kızıyla evlendi. O zaman, zifaf gecesi dâmâda elbise giydirmek âdet idi. Bu tüccâr da, zifaf gecesinde dâmâdına yünden bir elbise giydirdi. Şeyh Sinân, Şeyh Hacı Halîfe ile beraber otururlarken, bu talebe onların yanına geldi. Kayınpederinin hediye ettiği elbise de üzerinde idi. Şeyh Sinân, yünden süslü elbise giyen bu talebeyi görünce çok hiddetlendi. Şeyh Halîfe’ye dönerek; “Her elbisenin bir giyicisi vardır. Her ilmin de erbâbı vardır. Niçin bu süslü zengin elbisesini giymesine müsâade ettin? Böyle tarikat âdabına aykırı iş yapmalarına niçin müsamaha ediyorsun? Burası müsamaha yeri değildir!” diye çıkıştı. Hacı Halîfe de; “Talebelerin giydiği elbiseyi bırakıp bu elbiseyi giymesi, sûfiliği terkettiğinden değildir. Kayınpederi olan tüccârdan utandığından giymiştir. Kusurunu affediniz” dedi. Şeyh Sinân bu özrü kabûl etmedi. O talabenin üzerindeki elbiseyi çıkartıp, önceden giydiği elbiseyi giyene kadar üzüntüsü geçmedi.

Şeyh Sinân tasavvuf yoluna girdiği yıllarda, ondört sene Ayasuluğ’lu Ahmed Çelebi’ye hizmet eyledi. Bu ondört sene boyunca çok şiddetli olarak mücâhede (nefsin istemediği, ona zor gelen, sıkıntı veren ağır şeyleri yapmak) ve riyâzetle (nefsin istediği, ona tatlı gelen şeyleri yapmamakla) meşgûl oldu. Fakat her ne hikmetse, bir türlü sülûk yolunda ilerliyemedi. O zaman Ahmed Çelebi; “Bizden sana nasîb yoktur” dedi. Daha sonra Şeyh Sinân’ın yolu Bursa’ya uğradı. Burada Şeyh Adüllatîf Kudsî ile karşılaştı. Şeyh Abdüllatîf hastalanmıştı. Şeyh Sinân, samimî bir kalb ile, ondört gün Şeyh Abdüllatîf’e hizmet eyledi. Bu hizmetinin bereketine, yüksek ma’nevî hâllere ve makamlara kavuştu.

Abdüllatîf hazretleri rahatsızlığı esnasında, Şeyh Sinân için icâzetname (diploma) yazın diye eski talebelerine üç defa emretmiş ise de, onlar icâzet yazmadılar. Sonunda Abdüllatîf Kudsî, Şeyh Sinân’ın ondört günde, ayın ondördü gibi olgunlaştığından talebelerinin habersiz olduklarını anladı. Onları, “Niçin yazmazsınız? Yoksa Allahın emrine râzı değil misiniz?” diye azarladı. Bunun üzerine talebeleri, emre uymak için icâzetname yazdılar. Abdüllatîf Kudsî, Şeyh Sinân’a; “Burda durma, önceki vatanına dön” diye emredince, Fere’ye doğru yola çıktı. Şeyh Sinân hazretleri Gelibolu’ya gelince, Şeyh Abdüllatîf’in vefât ettiğini işitti. Geri Bursa’ya dönmek istedi. Gelibolu âlimlerinden biri; “Hocanın emrine uy, vatanına varmayınca geri dönme” diye tavsiyede bulundu. Şeyh Sinân, Fere’ye gitti. Bir sene orada kaldıktan sonra, hocası Abdüllatîf’i ziyâret için Bursa’ya geldi. Hocasının mezarını ziyâret etti. O zaman kendisiyle beraber bir oğlu da gelmiş idi. Bu oğlu orada vefât etti.

Abdüllatîf Kudsî’nin ayağı ucuna defnedildi. Şeyh Sinân, yılda bir kere Bursa’ya gidip, büyük zâtların mezarlarını ziyâret eder, rûhâniyetlerinden feyz alırdı.

Şöyle anlatılır: Şeyh Sinân, Abdüllatîf Kudsî ile ilk karşılaşınca, yetiştirilmek üzere, hocası Abdüllatîf tarafından alıkonulmuştu. İşte bu anda, Şeyh Sinân tereddüt ettiğinde, Abdüllatîf Kudsî; “Biz senin için Kudüs’ten geldik, sen bizden kaçıyor musun?” demişti. Şeyh Sinân bu sözü duyunca, kalbi rahatladı ve kısa zamanda ma’nevî makamları geçerek, insanlara Allahü teâlânın dînini öğretecek, doğru yolu gösterecek dereceye yükseldi.

Şeyh Sinân, Fâtih Sultan Mehmed Hân’la birlikte ba’zı savaşlara katıldı. Bu savaşlarda pekçok kerâmetleri görülmüştür.

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Şakâyık-ı Nu’mâniyye tercümesi (Mecdî Efendi) sh. 258

 


FERELİ ŞEYH SİNÂN EFENDİ

Kategori içindeki yazılar: HİCRÎ 09.ASIR ÂLİMLERİ