Şafiî mezhebi fikıh âlimlerinden ve evliyanın büyüklerinden. İsmi, Mûsâ bin Ahmed bin Yûsuf et-Tübbâ’î el-Hımyerî el-Yemenî’dir. Ebû İmrân künyesi ile meşhûr oldu. Yemen’de, Kevni’a adı verilen bir köyde otururdu. Burası, Tehâme vadisinin batısında bulunan Esâbe’nin köylerinden bir köydür. Doğum târihi belli değildir. Şafiî mezhebinde fikıh ve usûl-i fıkıh âlimi’dir. Tasavvuf ilminde yüksek ma’rifetlere kavuşmuş bir evliyadır. Şafiî âlimlerinin büyüklerinden olan Ebû İshâk-ı Şîrâzî’nin, usûl-i fikıh ilmine dâir yazdığı “Kitâb-ül-lem” adındaki eserini şerh etti. 621 (m. 1224) senesinde vefât etti.
Evliya diyârı olan Yemen ülkesi, bir müddet Zeydîlerin saldırısına uğrayıp onların eline geçti. Ehl-i sünnet i’tikadından ayrılan Zeydîler. bozuk inançlarını Yemen’de de yaymak için çok uğraştılar. Orada bulunan Ehl-i sünnet alimleri ile uzun münazaralarda bulunarak; hakkı, doğru îmânı değiştirerek, kendilerinin sapık i’tikâdını yerleştirmek istediler. Hattâ, bir ara San’a şehrinde öyle oldu ki, Ehl-i sünnet âlimlerinden onlara cevap verecek kimse bulunamadı. Eshâb-ı kiramın (r.anhüm) yolunda olan, şehrin emîri Bedreddîn Hasen bin Ali bin Resûl, Zeydîlere dedi ki: “Âlimlerinizden bir grubunu, Esâbe bölgesine götürün. Bana, orada sizlerle münazara edebilecek yüksek bir fıkıh âliminin olduğu anlatıldı. Eğer ona mağlûb olursanız, bizim mezhebimize (Ehl-i sünnete) dönersiniz. Şayet ona gâlib gelirseniz, biz sizin mezhebinize döneriz.” Onlar da bunu kabul ettiler. Zeydîlerden, münazara etmeye kabiliyeti olmayan bir cemâat Esâbe’ye gitti. Emir Bedreddîn de, orada bulunan kardeşi Nûreddîn bin Resûl’e mektup yazarak, onlarla yapılacak münazaranın bizzat huzurunda olmasını ve durumdan kendisinin haberdâr edilmesini istedi, onlar da ellerindeki Emir Bedreddîn’in mektubu ile, kardeşi Nûreddîn’e vardılar. Onlarla münazara etmesi için, Mûsâ bin Ahmed’i gösterdi. Zeydîler, Ebû Mûsâ bin Ahmed’in huzuruna varınca, onu mescidde ders okuturken buldular. Ehl-i sünnete olan i’tirâzlarını, teker teker ileri sürmeye başladılar. Ebû İmrân da, bunların i’tirâzlarını çürüten sağlam ve vesîkalı cevaplar verdi. Münazarada mezheblerinin bozukluğunu apaçık ortaya koydu. Bu mes’elelerdeki görüşlerinin yanlışlığını ve delîllerinin bozukluğunu isbât etti. Cevap verecek hiçbir delilleri kalmadı. Acizlikleri iyice anlaşılınca, münazara meclisinden perişan bir vaziyette çıkıp gittiler. Rezîl ve rüsvâ oldular. Bütün halk, onların bozuk i’tikâdının anlatılmasının yasaklanmasını istedi. Şayet Emir Nûreddîn onları korumasaydı, halkın elinden onları kurtarmak çok güç olacaktı. Zeydîlerin mezheblerinin bozukluğu ve delillerinin zayıflığı, halkın arasına iyice yayılmış oldu.
Vefâtından sonra onu rü’yâsında gören talebelerinden birisi şöyle anlatır: Rü’yâmda, Ebû İmrân’a dedim ki: “Allahü teâlâ sana nasıl muamele etti?” O da cevâbında; “Beni bağışladı ve Kavârîr denilen yerden Ateme denilen yere kadar olan beldelerin halkı için beni şefaatçi kıldı” dedi. Büyük âlim Şerecî diyor ki: “Bu, büyük bir keramettir.”
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Câmiu kerâmât-il-evliyâ cild-2. sh. 271
2) Mu’cem-ül-müellifîn cild-13, sh.35
3) Esmâ-ül-müellifîn cild-2, sh. 479
EBÛ İMRÂN (Mûsâ bin Ahmed)