Evliyânın büyüklerinden. İsmi, Ebû Bekr bin Abdürrahmân es-Sakkâf’tır. Kerâmet sahibi bir zât idi. 831 (m. 1427) senesinde vefât etti. Çok kerâmetleri görüldü. Ebû Bekr es-Sakkâf talebelerine, çölde acıktıklarında, henüz fırından yeni çıkmış sıcak ekmek ikram ederdi.
İki kişi, Terim şehrine, ileri gelenlerden birkaçını ziyâret maksadıyla gitti. Bir Cum’a günü idi. Önce Ebû Bekr es-Sakkâf’ı aradılar. Onu câmide ibâdetle meşgûl iken buldular. Fakat o, güneş sararıp batıncaya kadar câmiden çıkmadı. O iki kişi, onu beklediler. Bu esnada çok acıktılar. O zaman es-Sakkâf onların yanına geldi ve bir örtü uzatıp: “Bunun içindekini alınız” buyurdu. Onlar da örtüyü alıp açtılar, içinde fırından henüz çıkmış sıcacık bir ekmek buldular ve doyuncaya kadar yediler. Geriye az bir şey kaldı. Onu da Ebû Bekr es-Sakkâf yedi.
Ba’zı kimseler, ziyâret maksadıyla Terîm’e geldiler. Canları kavrulmuş buğday ve et istedi. Ebû Bekr es-Sekkâf’ın huzûruna çıktılar. Onun, canlarının istediği yiyecekleri getirip ikram ettiğini gördüler. Ba’zısı yağmur suyundan istedi. Ebû Bekr es-Sakkâf hizmetçisine dönüp; “Kabı al, en güzel su kanalından doldur getir” dedi. Hizmetçi gitti, dediği sudan doldurup getirdi. Ziyâretçiler suyu içtiler ve suyun son derece tatlı ve lezzetli olmasına çok şaşırdılar.
Ebû Bekr es-Sakkâf, birisinin bir kadınla evlenmek istediğini duyunca; “Bu adam, o kadınla değil de, o kadının annesi ile evlenecek. Annesi evlidir. Kocası onu boşayacak, o zaman bu kişi bu kadını nikahlıyacak” buyurdu. Dediği gibi oldu.
Birgün hava kararıp, her taraftan şimşekler çaktı. Çok şiddetli yağmur yağmaya başladı. Herkes bütün vadilerin su ile dolup aktığını zannetti. Ebû Bekr es-Sakkâf; “Falan vadide hiç su akmıyor” buyurdu. Gidip baktılar, dediği gibi olduğunu gördüler.
Birisi, Ebû Bekr es-Sakkâf hakkında ileri geri konuştu. Es-Sakkâf; “Bu kişinin iki ay sonra gözleri görmez olur. Vefâtından sonra da evi zorla alınır” buyurdu. Orada bulunanlar târihi yazdılar. Dediği gibi, iki ay sonra o kişinin gözleri kör oldu ve evi, vefâtından sonra zorla alındı.
Vâlinin biri, dergâhın hizmetçilerine âit bir malı zorla alıp götürdü. Onlar da Ebû Bekr es-Sakkâf’ı vesile ettiler ve yardım istediler. Sabah olunca, vâli gasbettiği şeyleri gönderdi ve haklarını helâl etmelerini istedi. Böyle yapmasının sebebini sorduklarında; “Bana şöyle bir zât geldi. Yaptığım işin doğru olmadığını ve aldığımı geri vermedikçe dönmiyeceğini söyledi. Beni korkuttu. Ben de derhâl aldığım malları iade ettim. Sahiplerinden rızâ ve helâllik taleb ettim” dedi.
Bir talebesi, yanında hanımı olduğu hâlde bir vadide yolunu kaybetti ve şiddetli bir şekilde susadılar. O talebe, hocası Ebû Bekr es-Sakkâf’ı vesile etti ve yardım istedi. O esnada uyudu. Rü’yâsında, atına binmiş bir hâlde hocasını gördü ve hocası ona; “Seni unutacağımızı mı zannedersin? Hoca talebesini unutmaz” dedi. O esnada uyandı. Karşısında, elinde su kırbası olan birisi duruyordu. Getirdiği suyu içip, kaplarını doldurdular. Sonra da o kişi, gidecekleri yolu ta’rîf etti.
Ahmed bin Ali Habbânî, bayram masrafını te’min etmek için Terîm’e geldi. Yolda Ebû Bekr es-Sakkâf ile karşılaştı. Ebû Bekr es-Sakkâf, ona ihtiyâcını sorunca; “Çoluk-çocuğuma sarfetmek için üç dirheme ihtiyâcım var” dedi. Es-Sakkâf da; “Çok geçmeden aradığını bulacaksın” buyurdu. Nihâyet Erciş denilen yerde, Ali bin Mûsâ adında biri ihtiyâcı olan üç dirhemi verdi. Ahmed bin Ali, oradaki dostlarından da istedi ise de, üç dirhemden fazlasını bulamadı.”
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Câmi’u kerâmât-il-evliyâ cild-1, sh. 262
EBÛ BEKR ES-SAKKÂF