Bağdat evliyâsından Ebû Bekr-i Şiblî hazretleri, bir talebesini diğerlerinden daha çok seviyordu.
Öbürleri merak ederdi.
Kendi aralarında “Hocamız onu bizden çok seviyor. Acabâ ne hikmeti var?” diyorlardı.
Hocaları bunu sezdi.
Ve onları bir gün aldı.
Dicle kenarına götürdü. Maksadı, onu niçin çok sevdiğini anlatmaktı diğerlerine. O sevdiği talebe, sohbetin tesiriyle aşka geldi ve “Allaah!” diye bağırdı birden…
Gayriihtiyârî bağırmıştı.
Ama onlar beğenmedi.
Kalplerinden “Gösteriş yapıyor. Biz de onun kadar Allah’ı seviyoruz ama biz, onun gibi riyâ yapmıyoruz” diyorlardı.
Hazret-i Şiblî bunu sezdi.
Çağırdı o hâlis talebeyi.
Ve atıverdi Dicle’ye.
Talebeler bunu görüp “Eyvâh, ne olacak şimdi, mutlaka boğulmuştur” dediler.
Bâzıları da;
“Yazık oldu, biz sebep olduk” diye üzülüyorlardı!
Hocalarıysa rahattı.
Hiç üzülmüyordu.
Onlara; “Siz, onun kalbindeki Allah sevgisini bilseydiniz, hakkında böyle düşünmezdiniz. Eğer o bağırması ihlâsla olmuşsa su ona zarar vermez. Riyâ ile bağırdıysa, boğulur” buyurdu.
Gençler kalplerinden;
“Boğuldu mu, boğulmadı mı?” diyorlardı ki, o esnâda delikanlı çıktı o sudan.
Ve oturdu aralarında. Elbisesi hiç ıslanmamıştı. Özür dilediler hocalarından.