Gören, âşık olurdu o zâta…

Horasan’da yetişen velîlerden Ebû Bekr-i Ebherî hazretleri, “gönül ehli” bir velîdir. Bu zât bir gün çıkar evden. Bir bezzaz (manifatura) dükkânının önünden geçerken bir çocuk onu görüp âşık olur. Babası yoktur dükkânda. Ama o, bunu düşünmez. Düşer bu velînin peşine. Dükkânı ve her şeyi unutmuştur. Sanki mıknatısa tutulmuştur. Birazdan gelir babası. Onu göremeyince sorar komşulardan: “Nerede … Devamını oku

“Sert insan, yalnız kalmaya mahkûmdur!”

Horasan bölgesinde yetişen velîlerden Ebû Bekr-i Ebherî hazretleri bir gün bir dağın eteğinde oturmuş talebesiyle sohbet ediyordu. Namaz vakti geldi. Abdest almak için yakındaki çeşmeye gittiler. Ancak çeşme akmıyordu. Çocuklar heyecânlandı. Ve arz ettiler ki: “Hocam ne yapacağız?” “Telâş etmeyin!” “Ama namaz geçiyor.” “Haklısınız” buyurup ayağa kalktı. Çeşmeye döndü. Ve yüksek sesle; “Ey su!.. Allah’ın … Devamını oku

Çocuğundan ümîdini kesen Hristiyan!..

Nişâbur’da yaşayan velîlerden Ebû Osmân-ı Hayrî hazretlerinin zamânında zengin bir Hristiyanın bir “oğlu” vardı. Çocuk bir gün hastalandı. Ve günden güne ağırlaştı! Adam, göstermedik tabip bırakmadı o havâlide. Ancak devâ bulunamadı hastalığa. Çocuktan ümîdini kesmişti ki, bu “büyük zâtı” tavsiye ettiler ona. Çâresizdi artık! “Pekâlâ” dedi. Sevindi, ümitlendi. Bu niyetle evden çıkmak üzereydi ki, çalındı kapısı âniden. Açtığında bu zâtı gördü eşikte. Çok da … Devamını oku

“Cömertlik öyle bir haslettir ki…”

Nişâbur’da yaşıyan velîlerden Ebû Osmân-ı Hayrî hazretlerinin genç bir talebesi, “kötü arkadaşlara” uyup derse gelmez olmuştu. Lâkin suçunu biliyor, görünmek istemiyordu hocasına. Bir gün âniden karşılaştı. Ve saklanacak yer aradı. Ama yoktu öyle bir yer. Azarlayacak diye çok korktu! Ama düşündüğü gibi olmadı. Mübârek, tebessümle yaklaştı gence. Eliyle başını okşayıp; “Nerelerdesin evlât? Kendini özlettin” buyurdu. … Devamını oku

“Henüz çok gençsin evlâdım!..”

Nişâbur’da yaşayan velîlerden Ebû Osmân-ı Hayrî hazretleri, hocası Ebû Hafs’a ilk gittiğinde, yaşı henüz küçüktü. Huzûrunda edeple diz çöküp “Efendim, ben okumak istiyorum” dedi. Hocası, onu süzüp; “Evlâdım! Sen henüz çok gençsin, seni okutamam” buyurdu. O, bu cevâba çok üzüldü! Ne diyeceğini bilemedi. Yerinden kalktı. Ve arka arka çıktı huzurdan. Ama bir türlü gidemiyordu. Ayrılmak … Devamını oku

“Bu, ne büyük bir şeref…”

O devrin evliyâsından Yahyâ bin Muâz-ı Râzî hazretleri, bir gün Ahmed bin Hadraveyh hazretlerini ziyârete geldi. Uzaktan gelmişti. Bu eve yerleşti. Hanımı Fâtıma, buna o kadar sevindi ki, o zâtın şerefine birçok koyun kesip ziyâfet verdi o yörenin halkına. Evini, şamdanlarla donattı. Hizmetçisine emredip; “Merkebi de kesin!” dedi. O da emri getirdi yerine. Beyi bunu … Devamını oku

“Allah için evlenmek istiyorum”

Belh şehrinde yaşayan Ahmed bin Hadraveyh hazretleri, evliyânın büyüklerindendir. Hâl ehli bir zât olup kerâmetleri vardı. Belh şehrinde yaşayıp İbrâhim Edhem hazretleriyle sohbet etti. Belh emîrinin kızı vardı. Adı Fâtıma idi. Çok güzel ve “ihlâs” sâhibiydi. Ayrıca sâliha bir hanım olup bu zâtın Hak dostlarından olduğunu öğrenmişti. Biriyle haber gönderip; “Beni babamdan iste!” diye ricâda … Devamını oku

Tövbe eden genç hırsız!

Belh şehrinde yaşıyan velîlerden Ahmed bin Hadraveyh hazretlerinin hânesine hırsız girdi bir gece. Ama etrâfa baktı. Bir şey bulamadı. Üzüntülü ve ümitsiz hâlde geri dönüp gidiyordu ki, büyük velî seslendi arkasından: “Dur, gitme hemen!” Zîra “eli boş” olarak döndüğüne üzülmüştü! Hırsız da şaşırdı. Öylece donup kaldı. Mübârek zât, ona merhamet ve şefkatle bakıp; “İstersen, şurada … Devamını oku

“Resûlullahın misâfiri kimdir?”

Ahmed bin Hadraveyh hazretleri, Belh şehrinde yaşayan velîlerdendir. Doksan beş yaşında Belh’te vefât etti. Bu büyük zât, birkaç “din adamı” ile birlikte Hacca gitti bir sene. Haccı edâ ettiler. Medîne’ye geldiler. Mescid-i Nebîye varınca, yol arkadaşları “Acıktık, gidip bir şeyler yesek mi?” dediler. Onlara hayretle sordu: “Biz şu an neredeyiz?” “Mescid-i Nebî’deyiz.” “Yâni Resûlullahın misâfiriyiz, burada … Devamını oku

Rabbimiz bir kulunu severse…

Kûfe’de doğup Basra’da vefât eden Süfyân-ı Sevrî hazretlerinin, ölüm hastalığında çok karnı ağrıyordu. Bu sebeple, sık sık abdesti bozuluyordu. Ama her defâsında tekrar abdest alır, en ufak bir gevşeklik göstermezdi bu hususta. Abdestli ölmek istiyordu. Hep buna duâ ediyordu. Bunun için bir dakika bile abdestsiz bulunmazdı. Bu yüzden, “altmış defâ” abdest aldı bir gece. Ve vefâtı yaklaştı. Yakınlarını çağırıp; … Devamını oku

Hidâyete kavuşan doktor!

Basra’da vefât eden Süfyân-ı Sevrî hazretleri, bir gün âniden hastalandı. Bir “doktor” getirdiler. Ancak Hristiyandı. Bu zâtın ismini duymuş, evliyâdan bir kimse olduğunu öğrenmişti. “Tıp ilmi” üzerinde konuştular. Fakat Hazret-i Süfyân, o doktora öyle ince bilgiler verdi, öyle detaylar söyledi ki, ağzı açık dinledi. Bunları bilmiyordu. Ve hiç duymamıştı. “Bu kadar ince bilgileri nasıl biliyor?” diye … Devamını oku

“İçinizde ölüme hazır kim var?”

Basra’da yaşayan Süfyân-ı Sevrî hazretlerine, bir gün; “Efendim, Peygamber Efendimiz, meâlen (Çok et yenen hâneden, Rabbimiz nefret eder) buyurmuş. Burada kastedilen hâneden murat nedir?” diye sordular. Büyük velî; “Bu ev, içinde gıybet yapılan hânedir” buyurdu. Bir gün de dostlarına; “Kardeşlerim! İnsanlar bir meydana toplansa ve bir kimse onlara (Ey insanlar! İçinizde bugün akşama çıkacağını bilen … Devamını oku

Müminler Cennete girdiğinde…

Basra’da vefât eden Süfyân-ı Sevrî hazretleri anlatır: Müminler Cennete girdiğinde çok parlak bir “nûr” görürler. Cemâl-i ilâhînin nûru zannedip ona tâzim olarak secdeye kapanırlar. Ancak öyle değildir. Melekler, onlara; “Başınızı kaldırın! Bu nûr, Hak teâlâya âit bir nûr değildir” derler. Sorarlar ki; “Ya nedir?” Melekler “Bu nûr; bir hûrinin, sâhibinin yüzüne güldüğü vakit hâsıl olan … Devamını oku