“Bunda bir sır var!..”

Fakîr biri oltayla balık tutuyordu bir gün.

 

Pâdişah da oradan geçiyordu.

 

Bu garibe;

 

“Oltana ilk takılan şey ne olursa, sana onun ağırlığınca altın vereceğim” dedi.

 

Oltaya bir kemik takıldı.

 

Ortası da delikti.

 

Hükümdâr;

 

“Ne yapalım, şansın bu kadarmış” dedi.

 

Ve saraya geldiller.

 

Sultân, adamlarına;

 

“Bu balıkçıya, elindeki kemiğin ağırlığınca altın verin!” dedi.

 

“Başüstüne” dediler.

 

Ve o kemiği alıp, terâzinin bir kefesine koydular.

 

Öbür kefeye de altın liralar koymaya başladılar.

 

Bir, beş, on.

 

Yirmi, elli, yüz…

 

Hayret, kemiğin bulunduğu kefe, yerinden oynamıyordu.

 

Görünüşte üç beş altın zor tartardı.

 

Altın koymaya devam ettiler.

 

Kefe doldu. Altınlar taştı.

 

Ama kemik tarafı bir milim bile oynamadı.

 

“Bunda bir sır var” dediler.

 

Bir âlim zât çağırıp;

 

“Bu işin sırrı nedir?” dediler.

 

Âlim, şöyle bir bakıp;

 

“Bu kemik, açgözlü bir insanın göz çukurudur. Bunu tartmak için bütün hazîneyi koysanız, tartamazsınız” dedi.

 

“Neden?” deyince de;

 

“Çünkü bu, doymaz. Bunu ancak bir avuç toprak doyurur” dedi.

 

Hemen koştular.

 

Bir avuç toprak getirip öbür kefeye koydular.

 

Kefe ânında yukarı kalktı!..




Kategori içindeki yazılar: Abdüllatif Uyan