Bağdat’ta yaşayan Bişr-i Hafî hazretleri zamânında bir adam, bu zâtın büyüklüğünü bilmiyordu…
Bir gün gördü bu velîyi.
Hemen takıldı peşine.
Kendi kendine “Bu zât için evliyâ diyorlar. Bakayım doğru mu?” diye düşünüyordu.
Gördü ki, fırından ekmek aldı.
Kebapçıdan da kebap ve helva.
Yine kalbinden “Nefsini ne de çok seviyormuş” dedi…
Nihâyet bir köye vardılar.
Bişr-i Hafî bir câmiye girdi…
Orada yatalak bir “hasta” vardı.
Aldıklarını ona yedirdi.
Sonra çıkıp gitti.
Bu defâ bu adam içeri girdi…
Ve sordu hastaya:
“O giden kimdi?”
“Ona Bişr-i Hafî derler. Cumâ günleri ziyâretime gelir ve getirdiği yiyecekleri eliyle bana yedirir” dedi.
“Senin kimsen yok mu?”
“Yok maalesef.”
“Peki, burası Bağdat’a uzak mı?”
“Bir günlük yoldur.”
“Nasıl olur, biz çabucak geldik!”
“Bişr-i Hafî hazretleri, evliyâdır. Bir günlük yolu az zamanda gider. Sen de onu tâkip ettiğin için farkına varmamışsındır.”
“Peki, Bağdat’a nasıl dönerim?”
“Bekle, bir hafta sonra o yine gelir, birlikte dönersiniz” dedi.
Ertesi cumâ günü oldu.
Bişr-i Hafî hazretleri geldi.
Adam, özür diledi kendisinden.
Ve birlikte yola çıktılar…
Onun yanında birkaç adım atınca Bağdat’ta buldu kendisini.
Hem de tam evlerinin önünde.
Artık “talebesi” olmuştu bu zâtın.