Kuzey Afrika’da hizmete başlayan evliyânın büyüğü Ahmed-es Senûsî hazretlerine komşu bir genç vardı ki, gününü gün eden, nefsinin esiri bir kimse idi.
Habersizdi İslâmiyetten.
Bir gece rüyâ gördü.
Yaşlıca bir zât geldi.
Ve ona seslendi ki:
“Kalk yâ filân!.. Abdestini al ve namazını kıl.”
Baktı o seslenen kişiye.
Nûr yüzlü birisiydi.
Çok da sevimliydi.
İtiraz edemedi.
Fırlayıp kalktı hemen.
Ve arz etti peşinden:
“Ama ben, abdest namaz bilmem ki, efendim.”
Bu zât, şefkatle;
“Ben öğretirim” dedi.
Ve bir güzel öğretti ikisini de.
Genç, abdestini aldı.
Namazını da kıldı.
Ve uykudan uyandı…
Baktı ki, sabah ezânları okunuyor.
“Ok gibi” fırladı yatağından.
Ne yapacağını biliyordu.
Acele abdest alıp koştu câmiye.
Mihrapta, nûr yüzlü bir “hoca” vardı.
Çok da sevimliydi.
Dikkatle baktı.
Fakat o da ne?!.
Bu kişi, o zâttı.
Rüyâda görünüp kendisine abdest ve namazı öğreten zât.
Göz göze geldiler bir an.
Gayriihtiyârî heyecânlandı!
Ve sevinçle koştu yanına.
“Sizdiniz!” dedi
Senûsî hazretleri, kulağına eğilip;
“İfşâ etme, sır kalsın aramızda!” buyurdu…