Uyurken nasıl sevap kazanılır?

Irak’ta yaşayan velîlerden Alî bin Heytî hazretleri, bir gün bir yere giderken bir hurma ağacının altında oturdu. Yorulmuş ve acıkmıştı. Yiyecek bir şeyi yoktu. Üstelik hurma mevsimi de değildi. Ama oraya oturur oturmaz canlandı o hurma ağacı. Birden yeşillendi. Ve meyve verdi. Tâze hurmalarla doldu ağaç. Bu hâli kendisi de görüp çok mahcup oldu! Utancından yüzü kızardı! … Devamını oku

Bu kötü hâlden bizi kurtarın!

Irak’ta yaşıyan velîlerden Alî bin Heytî hazretlerini “rahmetullahi aleyh”, bir grup âlim ziyârete geldiler bir gün. Onları içeriye aldı. İltifatlarda bulundu. Oturup sohbet ettiler. Âlimler, onun sohbetinden ve hikmetli sözlerinden çok istifâde etmişlerdi. Ama birkaçı hâriç. Onlar huzursuz oldu. Sevmediler bu zâtı. Nitekim kalkıp gittiler az sonra. Bu büyük velî, anlamıştı bunların niçin gittiklerini. Ama … Devamını oku

Misafir kabul eder misiniz?

Irak’ta yaşayan velîlerden Alî bin Heytî hazretleri, bir gün Irak’ın bir köyüne gitti, bir evin önünde durdu. Ve kapıyı çaldı. Kapı açılınca; “Kabul ederseniz misâfir geldim” buyurdu. Ev sâhibi onu tanımıyordu. “Buyurun” deyip içeri aldı. Hoşbeşten sonra, bu zât pencereden bir tavuğu gösterip; “Şu tavuğu benim için keser misiniz” buyurdu. Ev sâhibi; “Hayhay” dedi. Ve … Devamını oku

“Dünyâda en zor iş nedir?”

Irak’ta yaşayan velîlerden Alî bin Heytî hazretleri “rahmetullahi aleyh”, bir gün bir yere gidiyordu. Kavga edenlere rastladı. Yanlarına gidince, onlardan birinin öldürülmüş olduğunu gördü. Ancak kim öldürdü? Bu, belli değildi. Zîra her biri; “Ben öldürmedim” diyordu. Suçu diğerine atıyordu. Oradakilere: “Bu kimseyi hanginiz öldürdünüz?” diye sordu. Kimseden ses çıkmadı. Cevap gelmeyince; “Siz söylemezseniz, ölünün kendine sorarım” … Devamını oku

Dîne faydalı olmak için…

Alî bin Heytî hazretleri, Irak’ta yaşıyan büyük velîlerdendir. Yedi yaşındaydı… Açıldı kalp gözü. Bu zât, Ebül Vefâ hazretlerinin en çok sevdiği talebesi ve o devrin kutbuydu. Yâni her canlıya rızık gönderilmesi, dertlerin, belâların giderilmesi, hastaların şifâ bulması, onun vâsıtasıyla oluyordu. Yâni “kutb-u aktab” idi. Kutb-ül aktab, her devirde bulunması lâzımdır. Onsuz olmaz. Biri ölse, yerine başkası … Devamını oku

Saygısızlık yapanlar, cezâsını görürler!

Hindistan evliyâsından Alâüddîn-i Sabîr hazretlerinin vefâtından sonra bir İngiliz, adamlarıyla birlikte Kalyar beldesini gezmek için gelmişti bir gün. Bu büyük zâtın kabrini gördü. Ayakkabılarıyla girmek istedi. Türbedâr onu görüp; “Pabucunuzu çıkarıp öyle girin!” diye îkaz etti. İngiliz öfkelendi: “Nedenmiş o?” “Çünkü burası, Allah dostu bir evliyâ zâtın kabridir. Edepli girmek gerekir.” “Ya edepli girmezsem?” “Bu … Devamını oku

Dergâhı yıkmaktan vazgeçin!

Hindistan evliyâsından Alâüddîn-i Sabîr hazretleri zamânında, Hindistan’da Ganj Nehri’nin üzerine bir “kanal” yapılması düşünülmüştü. İstişâreler yapıldı. Sonra karar verildi. Ve başladı hazırlıklar. Önce bir plân yaptılar. Bu plâna göre, bu zâtın dergâhından geçiyordu kanal. Bunun için de yıkılması gerekiyordu dergâhın. Müslümanlar râzı olmadılar. Karara da mâni olamadılar. Bir ingiliz mühendise verilmişti inşaat. Yâni o yaptıracaktı. Ve çalışma başladı. Çadırını, … Devamını oku

Beş şeyi yapmayan kimse…

Kâfirlerden bir “zâlim”, bir grup askeriyle Hindistan evliyâsından Alâeddîn Sabîr hazretlerinin dergâhını yıkmaya geldi bir gün. Zîra bilmiyordu bu zâtın büyüklüğünü. Emrette askerlerine; “Çabuk yıkın şurayı!” O anda askerlerin gözleri “Kör” oldu. Hemen anladı hatâsını. Vazgeçti yıkma fikrinden. Ve gelip özür diledi Hak’ın bu “Velî”sinden. O affedince açıldı askerlerin gözleri. Ve toptan “talebesi” oldular bu büyük velînin. ● ● ● Bu zât, bir … Devamını oku

Bu, bir Müslüman mezarı olmalı!

Hindistan evliyâsından Alâüddîn-i Sabîr hazretleri “rahmetullahi aleyh” vefât edince orada bâzı hâdiseler vukû buldu Şöyle ki; Bir zaman sonra mübârek kabri kaybolup belirsiz hâle geldi. Aradan yıllar geçti. Bir gün kâfirlerden biri o yerlerden geçiyordu ki, bu yeri çok “parlak” ve “nûrlu” gördü ileriden. Merak edip yaklaştı. Mezar kalıntıları gördü. Kendi kendine; “Bu, bir Müslüman … Devamını oku

“Alâüddîn-i Sabîr’e teslim olun”

Hindistan evliyâsından Alâüddîn-i Sabîr hazretlerinin en büyük talebesi Şemseddîn-i Türkî idi. Bu zât, Kalyar fâciasından yedi sene sonra “on kişiyle” birlikte Acühan beldesine geldi. Maksadı, Ferîdüddîn Genc-i Şeker hazretlerini görmekti. Görüşüp tanıştılar. Genc-i Şeker hazretleri, Şemseddîn-i Türkî’ye “Siz gidip Alâüddîn-i Sabîr’e teslim olun” buyurdu. Onlar “peki” dediler. Ve o gün yola çıktılar. Kalyar’a geldiklerinde Alâüddîn-i … Devamını oku

Yemek hâlâ pişmedi mi anne?

Hindistan evliyâsından Alâüddîn-i Sabîr hazretlerinin babası vefât edince maddî sıkıntıya düştüler. Annesi, kimseye belli etmedi bu sıkıntılarını. Alâüddîn sâdece “Su” içer, üç günde, bir lokma “Ekmek” yerdi. Bir gün açlıktan bunaldı. Ve annesinden yiyecek bir şey istedi. Evdeyse yemek yoktu. Pişecek şey de yoktu. Kadıncağız, tencereyi “Su” ile doldurup koydu ateşe. Yemek pişirir gibi göründü. … Devamını oku

“Müminleri sevindir…”

Hindistan evliyâsından Alâüddîn-i Sabîr hazretlerinin babası, Şâh Abdürrahîm adında sâlih bir Müslümandı. Bir gün hastalandı. Ve gittikçe de arttı. Midesine kuvvetli bir “ağrı” girmiş, ev halkı endîşeye kapılmıştı bu yüzden! Komşular öğrendiler. Ve ziyâretine geldiler. Onun “çok hasta” olduğunu görünce, tesellî eylediler. Alaaddîn küçüktü. Henüz beş yaşındaydı. Gelenler ona bakıp; “Alaaddîn, senin duân kabul olur. … Devamını oku

Oğlum meleklerle konuşurdu!

Hindistan evliyâsından Alâüddîn-i Sabîr hazretlerinin kalbi, “Allah aşkıyla” yanıyor, ne duâ etse kabul oluyor, kuşlar, hayvanlar hizmetine koşuyorlardı. Henüz anne karnındayken bile garip hâlleri görülürdü. Nitekim annesi; “Ona hâmileyken her gün evimize semâdan (nûr) iner, oğlum meleklerle konuşurdu” demiştir. Derken doğum vakti geldi. Ebenin eli ona dokundu. Kadın, titremeye başladı. “Neler oluyor?” derken, annesi “Korkma, … Devamını oku