“Bunda bir sır var!..”

Fakîr biri oltayla balık tutuyordu bir gün.   Pâdişah da oradan geçiyordu.   Bu garibe;   “Oltana ilk takılan şey ne olursa, sana onun ağırlığınca altın vereceğim” dedi.   Oltaya bir kemik takıldı.   Ortası da delikti.   Hükümdâr;   “Ne yapalım, şansın bu kadarmış” dedi.   Ve saraya geldiller.   Sultân, adamlarına;   “Bu balıkçıya, elindeki kemiğin ağırlığınca altın verin!” dedi. … Devamını oku

Bu, cennet kokusudur

İbrâhim Gülşenî hazretlerinin oğlu Ahmed Hayâlî, babasından otuz yedi sene sonra vefât etti. İbrâhim Gülşenî’nin türbesine defnedildi. Kabrini kazıyorlardı. Güzel bir koku yayıldı. Gönül ehli olanlar; “Bu koku cennet kokusudur” dediler. Birisi o kabre indi. Çıkıp şöyle anlattı: İbrâhim Gülşenî’nin kabrini açtım. Aradan otuz yedi sene geçmesine rağmen cesedi, gömüldüğü gibi taptâze duruyordu. Selâm verdim. “Aleyke selâmullah!” diye cevap verdi. … Devamını oku

Kitapların yanıyor koş!

Sultân Hasan‘ın devlet adamlarından iki kişi İbrâhim Gülşenî hazretlerini ziyârete geldiler. Onları içeri aldı. Hâl hatır sordu. Sonra birine bakıp; “Niyet ettiğin şey güzeldir, fakat buradaki malından değil, köyden gelecek olandan ver” dedi. Sonra öbürüne baktı. Ve kızgın olarak; “Niçin gusletmeden buraya geldin? Kalk git, gusül abdesti al da öyle gel!” buyurdu. İkisi de şaşırdılar. Meğer birincisi; kendi yerine, … Devamını oku

“Vallâhi ben her şeyi bilemem!”

Tâbiîn’in büyüklerinden Kâsım bin Muhammed hazretleri, (Fıkıh) ilminde de yüksek bir âlimdi. Yine de korkardı! Yâni bir şey sorulsaydı. Hemen fetvâ vermezdi. Ve o soranlara; “İnsanın, Allahı bildikten sonra câhil yaşaması, bilmediği şeyde fetvâ vermesinden hayırlıdır” buyururdu. Ona bir mesele sorarlardı. “Bilmiyorum!” derdi. Başka şey sorarlardı. Yine bilmiyorum derdi. Onlar ısrâr ederdi. O zaman da; “Vallâhi ben her şeyi bilmiyorum. Bilseydim … Devamını oku

Artık görmek istemiyorum

Tâbiîn’in büyüklerinden Kâsım bin Muhammed (rahmetullahi aleyh), çok alçak gönüllü idi. Bir gün bir köylü geldi. Huzûruna girdi. Ve kendisine; “Sen mi daha çok biliyorsun, yoksa Sâlim bin Abdullah mı?” diye sordu. O da cevâben; “Sâlim çok bilir” dedi. Başka şey söylemedi… ● ● ● Kâsım bin Muhammed hazretleri anlatıyor: Resûlullah Efendimizin eshâbından birinin gözleri görmez olmuştu. Ziyâretine gittiler. Sebebini … Devamını oku

Zehirli ekmek!..

Muhammed Sıbgatullah zamanında iyi kalpli biri, çıkar evinden. Bir dostunu ziyârete gider. Yolda yorulur ve acıkır. Bir fırından “Ekmek” ister. Ancak parasını evde unutmuştur. Fırıncıya; “Üzerime para almamışım, sonra versem olur mu?” der. Fırıncı, inanmaz. Üstelik içinden; “Bıktım bu yalancılardan” der. Bir ekmeğin içine (Zehir) doldurur, bu zavallıya verir. Bir şeyden haberi yoktur garibin. Zehirli ekmeği alıp ayrılır. Az ileride rastlar “Genç” birine. Askerliği … Devamını oku

Şifâ bulamayan hasta!..

Kayyûm-i Zaman Muhammed Sıbgatullah hazretlerini çok seven bir kimse, ağır bir hastalığa yakalanmıştı. Doktora gitti. İlâç kullandı. Ama şifâ bulamadı. Bir akşam derdini arz etmek ve kendisinden duâ istemek üzere bu büyük velînin yüksek huzûruna geldi. Kayyûm-i zaman o sırada yemek yiyordu. Onu da içeri aldı. Sofraya buyur etti. Ve tebessüm ederek; “Tam üzerine geldin, ne iyi … Devamını oku

Hamuru getirin!..

Kayyûm-i zaman Muhammed Sıbgatullah hazretleri henüz gençken babası Muhammed Mâsum hazretleri hacca gidiyordu.   Yanlarında talebelerinden bir kısmıyla Muhammed Sıbgatullah da vardı.   Kâfilenin ekmek ve su ihtiyaçlarını temin vazîfesi ona verilmişti.   Bir müddet gittiler.   Sonra mola verdiler.   Hizmetçiler, Sıbgatullah’a;   “Hamur hazır, fakat etrâfta çalı çırpı olmadığı için ateş yakıp ekmek pişiremiyoruz. Arkadaşlar … Devamını oku

Resûlullah’ı örnek alın!

Kayyûm-i zaman Muhammed Sıbgatullahın halîfelerinden Sûfi Abdüllatif-i Kâbilî anlatır:   Üstâdım Kayyûm-i zaman Muhammed Sıbgatullah hazretlerini çok görmek istiyordum.   Bir gün bu arzum şiddetlendi.   Yerimde duramıyordum.   Ancak ben Kâbil’de idim.   O ise Serhend şehrindeydi.   Birden hâtırıma geldi ki:   Yüksek babası Muhammed Mâsum hazretleri, bir talebesinin dâveti üzerine bir anda Serhend’den Kâbil’e … Devamını oku

“Şeytan senden ümîdini kesti!” 

Kayyûm-i zaman Muhammed Sıbgatullah hazretlerinin muhlis talebelerinden olan “Gülendam” isimli bir zât şöyle anlatır: Şeytan bana çok musallat olurdu. Lüzumsuz hayâl ve düşüncelerle beni meşgul ederdi. Beni günâha sürüklerdi. Ama ben istemiyordum. Ve çok üzülüyordum! Bir gün can kulağıma; “Sen, ‘Kayyûm-i zaman’ın talebesisin. Bu derdini niçin ona açmıyorsun? Ona arz edersen kurtulursun” diye bir ses geldi. Bir gece teheccüde kalktım. … Devamını oku

Şehit olmak için…

Kayyûm-i zaman Muhammed Sıbgatullah hazretlerinin kıymetli oğlu Meyan Şeyh Ehlullah, “Sıtma” hastalığına yakalandı. Bir sene geçti. Ama iyileşmedi. Doktorlar âciz kaldıklarını söylediler. Büyük velî üzüldü. Bir gün dergâha geldi. Ve talebe arasına girip; “Sevgili oğlumun hastalığı çok uzadı, üstelik de gittikçe ağırlaşıyor. Hastalığı kendime çekip, bundan sonraki ağrılarını ben yüklenmek istiyorum”  buyurdu. Vaktâki böyle buyurdu. Çocuk sıhhat buldu. İyileşip ayağa … Devamını oku

Kıtlık ve vebâ!..

Kayyûm-i zaman Muhammed Sıbgatullah hazretlerinin zamânında Hindistan’da büyük bir “Kıtlık” vâki oldu. Ve uzun zaman devam etti. Aynı zamanda “Vebâ” salgını da başgösterdi. İnsanlar bunaldı. Huzurlarına gelip; “Efendim, bu (Kıtlık) ve (Vebâ) salgınından perîşan olduk! Duâ buyursanız da bu belâdan kurtulsak” diye ricâ ettiler. Ona yalvardılar. Büyük velî; “Sabredin!” buyurdu. O günden sonra ne zaman gökte bir “Bulut” görülse, insanlar Kayyûm-i Zamanın huzûruna gelip; “Havada … Devamını oku

“Nûr Pınarı”

Bir kimse şöyle anlatır: Kayyûm-i zaman Muhammed Sıbgatullah hazretleri (rahmetullahi aleyh); bir zaman Kâbil’e gelmiş, benim evimde misâfir kalıyordu. Benimse ayaklarımda “Nikris” denen bir rahatsızlık vardı. Bu sebeple doktorlar soğuk su içmemi yasaklamışlardı. Mevsim yaz idi. Hava çok sıcaktı. Harâret oluyordu. Kayyûm-i zaman hazretleri bir gün bana dönüp; “Öyle pınarlar vardır ki, suyu kardan soğuk olur. Bu yakınlarda böyle … Devamını oku