Mekke’de yaşayıp orada vefât eden, büyük velî Ebû Bekr-i Kettânî hazretlerinin sevenlerinden biri, kalbini kırmıştı bu zâtın.
Af da dilemedi.
Ancak o günden îtibâren kaybetti her şeyini.
Edindiği ilim, hikmet.
Feyiz, nûr ve bereket.
Hepsi silinip gitti kalbinden.
Gâyesiz, maksatsız bir insan oldu.
Anlamadı bu hâle neden düştüğünü.
Tâ ki, bir rüyâ görene kadar.
O rüyâda, bir “hazîne” önünde buldu kendisini.
Her yan “altın gümüş” doluydu.
Ve kendisine âitti bütün bunlar.
Ama baskısız, damgasızdı.
“Bu altınlar geçmez” diye düşündü.
“Götürüp damgalattırayım da, geçer akçe olsunlar” dedi.
Bu düşünceyle çıktı.
Bir “darphâne” gördü ileride.
Yürüdü oraya doğru.
Fakat o da ne?!
Yaklaşınca, Kettânî hazretlerinin dergâhı olduğunu gördü o binânın. Girdiğinde bu zâtı gördü içeride. Elinde mühür, “damgasız” altın ve gümüşleri damgalıyordu. Şaşkın ve hayretler içinde uyandı uykudan!
Anlamıştı hatâsını.
Koştu hemen huzûruna.
Özür dileyecekti kendisinden. Ancak o, iltifatla karşıladı kendisini.
“Hoş geldiniz kardeşim.”
“Hoş bulduk efendim.”
“Damgasız altın gümüş geçer mi piyasada?”
“Geçmez hocam” dedi.
Ellerine yapışıp özür diledi.
Ve kavuştu kaybettiği derecelere…
Abdüllatif Uyan