Osmanlı Devleti’nin kuruluş devrinde, Ankara’nın Çamlıdere beldesinde yaşayan evliyânın büyüklerinden, 720 (m. 1320) senesinde İsfahan’da doğdu. Babasının ismi Yahyâ olup, nesilleri Hazreti Ömer’e ( radıyallahü anh ) dayanır. Çok zeki ve pek akıllı idi. Küçük yaşında Kur’ân-ı kerîmi ezberledi ve muhtelif kırâatlere göre okumasını öğrendi. Genç yaşında; tefsîr hadîs, fıkıh ve tasavvuf ilimlerinde pek yüksek derecelere kavuştu. Mekke-i mükerreme, Medîne-i münevvere, Şam, Kudüs, Irak, Semerkand, Karaman, Çamlıdere gibi pekçok beldelerde, İslâmiyeti öğretmek, emr-i ma’rûf, nehy-i münker yapmak için dolaştı. 862 (m. 1457) senesinde Çamlıdere’de vefât etti. Karaman’da vefât ettiği de söyleniyorsa da o zât başkadır.
Ali Semerkandî, tahsilini tamamladıktan sonra, Mekke-i mükerremeye gitti. Kâ’be-i muazzamada yıllarca imamlık yaptı. Orada, insanların Ehl-i sünnet i’tikâdına uygun bir îmân ile yaşamaları, ibâdetlerini sünneti şerîfe uygun yapabilmeleri için çok çalıştı. Ma’nevî bir işâret ile Medîne-i münevvereye geldi Orada Resûlullah efendimizin ( aleyhisselâm ) mübârek türbelerinde yedi sene kadar türbedarlık hizmetinde bulundu. Birgün rû’yâsında Peygamber efendimizin ( aleyhisselâm ) kerîmeleri Hazreti Fâtımâ vâlidemizi gördü. Buyurdu ki: “Yâ Ali! Resûlullahın huzûruna git Seni ma’nevî evlâtlığa kabûl buyuracak!” Ali Semerkandî uyanınca, hemen Resûlullahın mübârek huzûruna koştu. Mübârek kabrinin karşısına geçip, diz üzerinde edeble oturdu. Başını önüne eğerek, murâkabe hâlinde beklemeye başladı. Bir müddet sonra Ravda-i mutahheradan Resûlullah efendimizin ( aleyhisselâm ); “Buyur yâ Ali! Seni ma’nevî evlâdım olarak kabûl ettim. Kıyâmete kadar bu mu’cizem bakî kalsın. Yâ Ali! öyle bir beldeye git ki, fakirlikleri sebebiyle beni ziyâret edemiyen ümmetim, seni ziyâret etsinler. Sen benim evlâdım olduğun için, sana yapılan ziyâreti bana yapılmış gibi kabûl ederim” mübârek sözlerini işitti. Bu sözleri, büyük bir zevk ile dinleyen Ali Semerkandî hazretleri, sevincinden ağladı ve cenâb-ı Hakkın verdiği bu ni’metten dolayı şükür secdesi yapdı. Anadolu’ya gitmesi gerektiğini anladı ve hemen harekete geçti.
Ali Semerkandî hazretleri Anadolu’da seyahat ederken, Alanya’ya geldi Birgün denizin kenarında yürürken, ağlayan bir kimseye rastladı. Niçin ağladığını sorduğunda, o kimse; “Yanımda, çok büyük kıymeti olan bir incim var idi. Onu denize düşürdüm. Bunun için ağlıyorum” dedi. Onun üzüntüsüne dayanamayan Ali Semerkandî; “Dünyâ malının muhabbetini kalbe koymak iyi değildir. Madem ki çok üzülüyorsun, benimle gel” diyerek sahile indi. Denize dönerek; “Ey balıklar! Allahü teâlânın izni ile bir inci bulup getirin!” buyurdu. Bir ânda, denizin üzerinde binlerce balık, ağızlarında birer inci ile göründü. Ali Semerkandî, bir tanesini işâret ederek, gelen balıktan inciyi aldı. Vazifesini yapan balıklar tekrar denizin içinde kaybolurken, hâdiseyi hayretle ta’kib eden o kimseye inciyi verdi. O kimse, eline verilen incinin kendisine âit olduğunu görünce daha çok hayret etti.
Ali Semerkandî, Alanya’dan, bugünkü Ankara’nın Çamlıdere havâlisine geldi. (Çamlıdere’nin eski ismi Şeyhler olup, bu zâta izafeten verildi.) Çamlıdere’ye bir derviş kıyâfetinde gelen Ali Semerkandî, oradaki insanların çok fakir olduğunu görerek, işâret buyurulan yerin burası olduğunu ma’nevî keşf ile anladı. Buradaki insanların irşâdı, Allahü teâlânın emirlerini bildirmek, yasaklarından kaçındırmak için yıllarca çalıştı. Pekçok talebeleri oldu. İslâmiyeti yaymak için çalıştığı bu bölgede, pekçok kerâmetleri görüldü. Nesilden nesile aktarılan kerâmetlerinden birkaçı aşağıdadır.
Bulunduğu bölgeye ilk geldiği günlerde, köylülerin sığırlarını otlatacak çobanları yoktu. Arıyorlardı, fakat çobanlığa kimse yanaşmıyordu. Ali Semerkandî hazretlerinin de büyüklüğünü anlamış değillerdi. İnsanların bu sıkıntısını gören Ali Semerkandî onlara; “Sığırlarınızı otlatabilirim. Bu işten dolayı sizden ücret talep etmiyorum” buyurdu. Köylüler bu habere çok sevindiler. Köylerine yeni gelen, herkese dînden îmândan bahseden bu zâta dediler ki: “Biz, sığırlarımızla birlikte, buzağılarını da otlattırmak istiyoruz. Eğer buzağıların, annelerini emmeden otlamalarını sağlarsan memnun oluruz.” O da kabûl etti. Ertesi gün inekleri ve buzağıları bir arada otlatmaya götüren Ali Semerkandî ( radıyallahü anh ), otlak yerinde sığırlara dönerek; “Ey inekler ve buzağılar! Akşama kadar beraberce otlayınız. Yalnız buzağılar, annelerini emmesin, anneler de yavrularını emzirmesin!” dedi. Bu söz üzerine, akşama kadar inekler buzağılarını emzirmedi Buzağılar dahî annelerini emmek için uğraşmadı. Akşam merak içinde bekleyen köylüler, ineklerin memelerini süt ile dolu olduğunu görünce hayretten şaşırıp kaldılar. Böylesini ne işitmiş ne de görmüşlerdi. Bunun Ali Semerkandî hazretlerinin bir kerâmeti olduğunu ve onun büyük velîler arasında yer aldığını anladılar.
Ali Semerkandî, birgün tarda sığırları otlatırken, bir kurdun, bir öküzü öldürmek için hazırlandığını gördü. Hemen yanlarına varıp, kurda; “Ey kurt! Bu öküzü öldürmek için kimden izin aldın?” deyince, kurt dile gelip; “Ey Allahü teâlânın sevgili kulu! Bu öküz benim nasîbimdir. Allahü teâlânın izni ile bunu öldürüp yiyeceğim” dedi. O da; “Ey kurt! Öküzün sahibine durumu anlatayım. Haberi olsun ki bize bir kabahat bulup dil uzatarak âhıretini yıkmasın. Bugün müsâade et, yarın gel” buyurdu. Kurt, peki diyerek oradan ayrıldı. Akşam durumu öküzün sahibine anlattı. Fakat öküzün sahibi Ali Semerkandî hazretlerinin büyüklüğünü idrâk edemiyenlerden bir kimse idi. Onun bu anlattıklarının olamıyacağını söyleyerek, ertesi gün öküzü yine gönderdi O gün kurt, yine gelip öküzün başına dikildi Hâdiseyi ta’kib eden Ali Semerkandî, kurdun yanına gelip; “Madem ki yiyeceksin, hiç olmazsa derisini delik deşik etme de, sahibinin işine yarasın!” dedi. Kurt, öküzü öldürüp, derisine zarar vermiyecek şekilde etini yedi Akşam, öküzün yerine derisinin geldiğini gören öküzün sahibi, doğruca Ali Semerkandî’nin yanına koşup, duruma sordu. Hâdiseyi öğrenince, inanmayıp Ali Semerkandî’ye uygun olmayan sözler söyledi ve ertesi günü kadıya şikâyet etti. Kâdı, her iki tarafı dinledikten sonra, Ali Semerkandî hazretlerine; “Şahidin var mı?” diye sordu. O da; “Orada bu hâdiseyi gören ağaçlar ve kayalar şâhidimdir” derdemez, hâdisenin geçtiği bölgeden bir gürültüdür koptu. Kayalar ve ağaçlar harekete geçmiş, kadı efendinin bulunduğu yere doğru geliyordu. Herkes korkudan kaçışmaya başladılar. Bunun üzerine Ali Semerkandî hazretleri; “Ey kayalar ve ağaçlar! Olduğunuz yerde durun!” buyurunca, durdular. Kâdı, da’vâcı ve inanmayan kimselerin hayretlerinden akılları gideyazdı. Ali Semerkandî’nin büyüklüğünü kabûl edip, onun talebelerinden oldular.
Yaz mevsiminde, kadınlar tarlada ekin biçiyorlardı. Oralarda sığır otlatan Ali Semerkandî, namaz vakti girdiği hâlde abdest tazeleyecek bir su bulamadı. Asasını yere vurarak; “Çık, yâ mübârek!” deyince, yerden gövde kalınlığında bir su çıktı. Sular, hızla meyilli arazide etrâfa yayılırken, kadınlar bağırmaya başladılar “Su çıkarmanın da zamanı mı?” Ekinlerimiz sular altında kalacak…”Bunun yanısıra, Ali Semerkandî’ye hakaret dolu sözler ettiler. O da suyun çıktığı yere bakarak; “Ey mübârek su! Ne çıktığın belli olsun, ne de aktığın!” buyurdu. Bu söz üzerine suyun çıktığı yer, kuyu ağzı gibi olup hareketsiz kaldı.
O tarihlerde Osmanlı payitahtı olan Bursa’da bir çekirge âfeti oldu. Her tarafı çekirge kaplamış, mahsûlleri ve çiçekleri harâb etmiş idi. Bu âfetten kurtulmak için, zamanın ziraatçılarından çâre soruldu. Yapılan bütün araştırmalardan bir netice alınamayınca, âlimlere ve velîlere haber gönderildi. Bu çekirge âfetinden kurtulma çâresinin ne olduğu soruldu. Bu haber, Çamlıdere’de yaşayan Ali Semerkandî’ye de ulaştı. Ali Semerkandî hazretleri, dağda asâsıyla çıkardığı sudan bir miktar Bursa’ya gönderdi. Bu suyu, zarar veren haşerâtın bulunduğu bölgeye dökmelerini tenbîh etti. Suyu Bursa’ya götürdüler. Çekirge âfetinin bulunduğu bölgelere azar azar döktüler, çok kısa bir zaman içinde çekirgeler koyboldu. Mahsûller, bitkiler, çiçekler çekirgelerin istilâsından böylece kurtulmuş oldu. Bir rivâyete göre bu su, bir kap içinde yüksek bir yere asıldı. Allahü teâlânın izni ile suyun götürüldüğü yerde sığırcık kuşları toplanıp, bir anda çekirge sürülerini mahvettiler.
Pâdişâh, Bursa’nın çekirgelerden kurtulmasına vesile olan Ali Semerkandî’yi Bursa’ya da’vet etti. Ali Semerkandî Bursa’ya geldiğinde, Pâdişâh ona çok izzet ve ikramlarda bulundu. Pek fazla iltifât edip, Bursa’da kalmasını arzu etti. Fakat Ali Semerkandî, nâzik bir ifâdeyle Bursa’da kalamıyacağını, bu ümmetin fakir olup, Resûlullah efendimizi ( aleyhisselâm ) ziyârete gidemiyen insanların bulunduğu bölgede kalmak istediğini bildirdi Bunun üzerine Pâdişâh, bir istekte bulunmasını arzu etti. Ali Semerkandî de; “Çamlıdere havâlisindeki teb’anız çok fakirdir. Onları, askerlik ve toprak kirası mükellefiyetinden muaf tutmanızı arzu ediyorum” buyurdu. Pâdişâh derhâl bir ferman yazdırarak, bundan sonra Çamlıdere havâlisinde bulunan kimselerin askerlik yapmayacağını ve toprak kirasının alınmayacağını bildirdi. O günden, İstiklâl Harbi sıralarına kadar Çamlıdere bölgesinden vergi alınmadı ve askere giden olmadı. Bütün pâdişâhlar, o fermana riâyet ettiler. Ayrıca, “Çekirge Suyu” ismi ile meşhûr olan sudan zaman zaman alınarak, çekirgelerin zarar yaptığı bölgelere götürüldü. Bu su, hâlen Çamlıdere’nin kuzeyinde, Gerede’nin doğusunda, Eskipazar’ın güneyinde bulunmaktadır.
Çamlıdere’de Ali Semerkandî’nin ( radıyallahü anh ) külliyâtında bulunan bu fermanın ba’zı maddeleri şöyledir: 1) Çamlıdere’de bulunan müslümanlar, Şeyh Ali Semerkandî hazretlerinin ma’nevî evlâdlarıdır. 2) Yine bu bölgenin halkına askerlik mükellefiyeti yoktur. 3) Toprak kirasından muaf tutulacaklardır. 4) Çekirgeleri yok eden Sığırcık suyu, Şeyh Ali Semerkandî ve onun ma’nevî evlâdlarına âittir… Bu ferman, zaman zaman yenilenmiştir.
Ali Semerkandî, 862 (m. 1457) târihinde Çamlıdere’de vefât etti. Türbesi Çamlıdere kabristanının ortasında bulunmakta, ziyâret edenler, ondan çok feyz almaktadırlar. Türbesinin kapısından girilince tam karşıda olan büyük sandukalı kabir ona, etrâfındaki kabirler de talebelerine âittir.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Menâkıb-ı Şeyh Ali Semerkandî
2) Esmâ-ül-müellifîn cild-1, sh. 733
ALİ SEMERKANDÎ