Evliyânın büyüklerinden. İsmi, Ali bin Abdülmelik Hüsâmeddîn bin Kâdı Hân el-Kâdirî eş-Şâzilî’dir. Lakabı, Alâüddîn’dir. Müttekî diye meşhûr olmuştur. Babası, Hindistan’daki Canpur’dan Burhanpûr’a geldi. Babası da ilim sahibi olup, Şah Bâcin-i Çeştî’nin talebesidir. Ali Müttekî, 888 (m. 1483) senesinde doğdu. Mekke-i mükerremede 975 (m. 1567) senesinde vefât etti ve oradaki Cennet-ül-Muallâ kabristanına defnedildi.
Yedi-sekiz yaşlarında iken, babası Burharıpûr’da vefât etti. Babasının vefâtından sonra bir müddet ticâretle uğraşıp, çok para kazandı. Ticâretle meşgûl iken, Allahü teâlânın hidâyet buyurması ile dünyâ malının geçiciliğini anladı. Şeyh Abdülhakîm bin Şah Bâdn-i Çeştî’nin sohbetine kavuştu. Çeştî büyüklerinin yolundan feyz aldı. Bundan sonra da tasavvufda yükselmek için Mültan tarafına gidip, Şeyh Hüsâmeddîn Müttekî’nin sohbetiyle şereflendi. Onun sohbetinin bereketiyle, ilimde ve tasavvuf yolunda ilerledi, iki sene içinde Beydâvî tefsîrini ve Ayn-ül-ilim kitabını onun huzûrunda okudu. Mekke ve Medine’ye gidip, orada Şeyh Ebü’l-Hasen Bekrî’nin sohbet ve ilim meclislerinde bulundu ve onun talebelerinden oldu. O sırada Mekke ve Medine’de bulunan diğer âlimler ve velilerle de görüşüp, onlardan istifâde etti. Şeyh Muhammed bin Muhammed Sehâvî’den, Kadirî ve Şâzilî yollarından hilâfet aldı. Bir müddet Mekke-i mükerremede kaldı, ibâdet ve ilim öğretmekle meşgûl olup, insanlara doğru yolu gösterdi. Ayrıca hadîs ve tasavvuf ilimlerinde kıymetli kitaplar ve risaleler yazdı. Resûlullâhın ( aleyhisselâm ) sünnet ve hadîslerini araştırması, hayâtının sonuna kadar devam etti. Gece-gündüz hadîs kitaplarının te’lîf, tashih ve karşılaştırmasıyla meşgûl olurdu.
Onun hakkında derler ki: “İncelikleri anlamada, gizli ve derin ma’nâları bulup çıkarmada o dereceye gelmişti ki, hâlini, o şerefli ve mübârek beldede bulunan âlimler hayretle takdîr ederlerdi. Zamanında, fakîhlerin büyüğü ve Mekke âlimlerinin baş tâcı ve hadîs ve fıkıh ilimlerinde üstâd olan İbn-i Hacer Askalânî hazretleri bile, ba’zı hadîs-i şerîflerin ma’nâsını anlamada güçlük çekip tereddüt ettiği zaman, Ali el-Müttekî hazretlerinin fıkıh bâblarına göre tasnif ettiği İmâm-ı Süyûtî’nin Cem’ul-Cevâmi’ adlı eserinde, o hadîs-i şerîfi hangi baba koyduğuna bakar, böylece karine ve kıyâs ile onun ma’nâsını anlardı. İbn-i Hacer Askalânî, çok defa kendisini Ali Müttekî hazretlerine nisbetle talebe gibi görür ve biz onun talebesiyiz derdi. Daha sonra Ali Müttekî hazretlerine tasavvuf yolunda tâbi olup, hilâfet hırkasını giydi. Ali Müttekî, ilmiyle amel eden, çok ibâdet edip şüpheli ve haramlardan sakınan ve evliyânın meşhûrlarından bir zât idi.
Onu sevenlerden Fakîhî şöyle demiştir: “O, hayâtını devam ettirecek kadar çok az birşey yer, mümkün olduğu kadar insanlardan ayrı ve uzak kalır idi. O çok az konuşur ve çok az uyur idi”
Bu sözleri açıklamak için, Nûr-üs-Safîr adlı eserin müellifi Muhyiddîn Abdülkâdir Ayderûsî şöyle der: “Anladım ki, tasavvufun esası dört şey üzerinedir. Az yemek, az konuşmak, az uyumak ve insanlardan uzaklaşmaktır. Bu konuda ba’zıları da şöyle demişlerdir “Hayırlı azık evdedir. Onun anahtarı açlıktır. Kötü azık da evdedir. Onun anahtarı tokluktur.”
Bu konuda Yahyâ bin Mu’âz hazretleri şöyle buyurdu: “Eğer açlık çarşıda pazarda satılsaydı, âhıreti isteyenlerin ondan başkasını satın almamaları gerekirdi.”
Ali Müttekî hazretlerinin ilimdeki üstünlüğünü ve tasavvufdaki yüksekliğini zamanının bütün âlimleri ve ileri gelenleri kabûl ederdi. Gerek ilim öğreten âlimler, gerekse ilim öğrenen talebeler, onun eserlerinden çok faydalanmışlardır.
Tasavvufda yüksek derece sahibi olan Ali Müttekî hazretlerinin birçok kerâmetleri, onu sevenlerce nakl edilmiştir.
Onun talebelerinden biri, Resûlullah ( aleyhisselâm ) efendimizi rü’yâda gördü ve dedi ki: “Yâ Resûlallah! Bu zamanın en faziletlisi kimdir?” Resûlullah ( aleyhisselâm ) efendimiz de; “Senin hocandır” buyurdu. “Daha sonra kimdir?” diye sorunca; “Hindistan’da bulunan Muhammed bin Tâhir’dir” buyurdu. Sonra rü’yâsını hocası Ali Müttekî’ye anlatmak üzere geldiğinde, rü’yâsını anlatmadan önce, Ali Müttekî hazretleri; “Senin gördüğün rü’yâyı ben de gördüm” buyurarak rü’yâsını anlattı.
Şeyh Ali Müttekî hazretlerinin vefâtından oniki veya ondört sene sonra, kardeşinin oğlu Ahmed vefât etmişti Onu, Ali Müttekî hazretlerinin yanına defn etmek istediler. Bu sebeple Ali Müttekî hazretlerinin kabrini açtıkları zaman gördüler ki, mübârek vücûdu çürümemiş, kefeniyle tertemiz duruyordu. Hâlbuki, Mekke toprağı ölüyü üç-dört ay içerisinde çürütürdü.
Ahbâr-ül-Ahyâr kitabının müellifi Abdülhak Dehlevî şöyle anlatır: “Bu fakir, bir zaman Mekke-i mükerremede idim. Şeyh Ali Müttekî’nin talebesi olan Abdülvehhâb’ın hizmetinde ve sohbetinde bulunuyordum. Zaman zaman Ali Müttekî hazretlerinin kabrini ziyâret ederdim. Birgün ziyârette hâlimi arzedip, kendilerinden sevindirici bir haber istedim. Bir gece rü’yâda gördüm ki, Şeyh hazretleri makamında bir dîvânda oturmuş, fakîr de huzûrunda ayakta duruyordum. Ona hâlimi şöyle arz ettim: “Talebeniz Şeyh Abdülvehhâb’ın sohbetinde bulunuyorum. Fakiri ona ısmarlayınız da, bana daha çok iltifât ve inâyet buyursun. Bu isteğimi kabriniz başında iken de arz etmiş idim!” Söylediklerimi dinledikden sonra; “İnşâallahü teâlâ maksadınız hâsıl olacaktır” buyurdu.
Ali Müttekî, İmâm-ı Süyûtî hazretlerinin Kitâb-ül-Arf-il-verdî fî Ahbâr-il-Mehdî, Cem’ul-Cevâmi’, Ikd-üd-dürer fî Ahbâr-il-Mehdiyy-il-Muntazar adlı eserlerindeki hadîs-i şerîfleri tasnif ederek yazdığı “El-Burhân fî alâmât-il-Mehdî-yi âhır zeman” adlı kıymetli eserinde, âhır zamanda Mehdî aleyhisselâmın geleceğini uzun anlatmaktadır. Mehdî aleyhisselâmın birçok alâmetini yazmıştır. Bunlardan ba’zıları şunlardır:
1- Kıyâmet kopmadan önce, Mehdî (aleyhisselâm) muhakkak gelecektir. Ebû Sa’îd-el-Hudrî’den rivâvet edilen hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: “Benim ümmetimden Mehdî gelecektir. Eğer ömrü uzasa da kısalsa da, yedi, sekiz veya dokuz yıl saltanat sürecektir. Daha Önce zulümle dolu olan dünyâyı, adâletle dolduracaktır. Semâ yağmurunu indirecek, yer bereketini çıkaracak, daha önce görülmemiş bir biçimde, ümmetim onun zamanında rahata erecektir.”
2- Mehdî (aleyhisselâm) yeryüzünün zulüm ve fitnelerle dolu olduğu bir zamanda gelip, yer yüzünü adâletle dolduracaktır. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki; “Âhır zamanda, ümmetimin başına sultanlardan şiddetli belâlar gelir. Öyle ki, yerler müslümanlara dar gelir. O zaman Allahü teâlâ, daha önce zulümle dolu olan dünyâyı adâletle dolduran, benim soyumdan birisini gönderecektir. O zaman gökyüzü yağmur damlasını esirgemiyecek, yer de bereketlenecektir. O, dünyâda yedi, sekiz veya dokuz yıl hüküm sürecektir.”
Başka bir hadîs-i şerîfte de; “Kıyâmet kopmadan önce, Allahü teâlâ, benim evlâdımdan birini yaratır ki, ismi benim ismim gibi (Ya’nî Muhammed), babasının ismi benim babamın ismi gibi olur ve dünyâyı adâletle doldurur. Ondan önce dünyâ zulüm ile dolu iken, onun zamanında adâlet ile dolar” buyuruldu.
3- Hazreti Mehdî’nin ismi Muhammed ve Hazreti Fâtıma soyundan olacaktır. Hadîs-i şerîfte de buyuruldu ki: “Mehdî’nin adı Muhammed’dir. Mehdî benim soyumdandır ve Fâtıma’nın evlâdındandır.”
4- Hazreti Mehdî’nin fizikî özellikleri hakkında, hadîs-i şerîfte; “Mehdî benim evlâdımdandır. Yüzü nurlu, alnı açıktır. Burnunun üst tarafı yüksekçedir. Yeryüzünü adâlet ve doğrulukla doldurur. Nitekim ondan önce dünyâ zulüm ve cefâ ile dolu olur. Yedi sene yeryüzüne mâlik olur” buyuruldu.
5- Hazreti Mehdî gelmeden önce, fitne fesâd çok olacaktır. Hakem bin Uyeyne’den rivâyet edilir O dedi ki: Ben Muhammed bin Ali’ye dedim ki: “İşittiğimize göre sizden (Peygamberimizin soyundan) bir zât çıkıp, bu ümmet arasında adâlet yapacak.” O dedi ki: “Biz de insanların umduğunu ummaktayız ve ümid ediyoruz ki, dünyâda bir gün bile kalsa, Allahü teâlâ o günü uzatır, tâ ki bu ümmetin umduğu olsun. Ancak, ondan önce fitneler görülecektir. Bu fitnelerin içinde en şerlisi, bir kişinin mü’min olarak akşama ermesi, ama sabah kâfir olarak kalkması, mü’min olarak sabahlayıp, kâfir olarak akşama ulaşmasıdır.”
6- O zaman açıkça Allahü teâlâyı inkâr eden kişiler çok olacaktır. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: “Açıkça Allahü teâlâ inkâr edilmedikçe Mehdî’ye bî’at edilmez.”
7- Hazreti Mehdî çıkacağı zaman, sünnetler unutulup bid’atler yaygınlaşmış olacaktır.
Hadîs-i şerîfte; “Kıyâmete yakın mü’inlerin kalbi ölüm, açlık, fitneler, sünnetlerin kaybolması, bid’atlerin yaygınlaşması, emr-i bil ma’rûf ve nehy-i anil münkerin terkedümesi gibi sebeplerle zayıfladığı zaman, benim evlâdımdan Muhammed bin Abdullah’la (Mehdî) cenâb-ı Hak sünnetleri ihyâ eder. Onun adâlet ve bereketiyle, mü’minlerin kalbi ferahlar. Acem ve Arab milletleri arasında ülfet ve muhabbet yerleşir. Bu durum bir müddet devam ettikten sonra, o vefât eder” buyuruldu.
8- Hazreti Mehdî, Îsâ aleyhisselâmla buluşacak, Îsâ (aleyhisselâm) onun arkasında namaz kılacaktır.
Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: “Mehdî, bu ümmettendir ve Îsâ’ya İmâm olacaktır.”
Celâlüddîn Süyûtî hazretlerinin Cem’ul-cevâmi’, Câmi’ul-kebîr ve Câmi’us-sagîr adlı kitaplarındaki, Peygamber efendimizin ( aleyhisselâm ) söz ve fiillerini fıkıh bâblarına göre tertip etmiş olduğu Kenz-ül-Ummâl fî sünen-il-akvâl vel-ef âl adlı eserindeki hadîs-i şerîflerde buyuruluyor ki:
“Îmân; Allaha, Meleklerine, Kitaplarına, Resûllerine, Cennet ve Cehenneme, Mîzâna, öldükten sonrtu dirilmeye, kadere inanmaktır.”
“Allaha îmân, lisânla ikrâr, kalble tasdik, erkânla ameldir.”
“Îmânın en efdali güzel ahlâktır.”
“Kur’ân-ı kerîmin sâir sözlere üstünlüğü, Rahmânın mahlûkâta üstünlüğü gibidir.”
“Dünyâda rıfk gösteren, âhırette faydasını görür.”
“Ey Ebü’d-Derdâ! Muhakkak senin üzerinde bedeninin hakkı vardır. Ehlinin hakkı, Rabbinin hakkı vardır. Her hak sahibine hakkını ver. İftar et, oruç tut, namaz kıl, uyu, ehline yakın oL”
“Zühd, kalbe ve bedene rahatlık verir, dünyâya rağbet ise, düşünce ve hüzün verir.”
“Akrabaya sadaka vermek, ecir bakanından iki kattır.”
“Mü’min kardeşini sevindirene mağfiret vâcib olur.”
“Allaha en sevimli amel, müslümanı sevindirmektir, İster onun gamını gider, ister onun borcunu öde, ister onun karnını doyur (açlığını gider).”
“Allahü teâlâ bir kulunu ni’metlendirirse, o ni’metinin eserini kulunun üzerinde görmek ister.”
“Cennete muttali oldum, gördüm, ki, oranın ehlinin çoğu fukaradır. Cehenneme muttali oldum, gördüm ki oranın ehlinin çoğu kadınlardır.
Şeyh Ali Müttekî, Magrib âlimlerinin büyüklerinden olan Şeyh Ahmed Zerruk’un “Usûl-üt-tarîka” risalesine bir şerh yazmıştır. Bu risalenin başında buyuruyor ki: “Yolumuzun esası beştir: 1- Gizli ve aşikâre Allahü teâlâdan korkmak, 2- Söz ve hareketlerimizle sünnet-i seniyyeye uymak, 3-Berâberlikte veya ayrılıkta insanlardan birşey beklememek, 4-Bolluk ve sıkıntıda Allahü teâlânın takdîrine râzı olmak, 5- Genişlik ve sıkıntıda Allahü teâlâya sığınmaktır. Haramlardan sakınmağa; Allaha dönmek ve O’ndan korkmakla, sünnete; Resûlullaha uymak ve güzel ahlâkla, insanlardan birşey beklememeye; Allahü teâlâya güvenip tevekkül etmekle, Allahü teâlânın rızâsına; kanâat ve teslimiyetle kavuşulur. Gayret edenin derecesi yücelir. Allahü teâlâya hürmet edenin hürmeti korunur, iyi hizmet edene iyilikler verilir, zarûretleri gözetenin hidâyeti devam eder. Ni’meti gözünde büyük tutan, ona şükür eder, ni’mete şükür edenin ni’meti arttırılır.”
“Günlük işlerde beş esas vardır: Kişi emre uymak için ilmi, hakîkati görebilmek için Allah adamlarının sohbetini, kendini korumak için nefsin isteklerini terk etmeyi, huzûru için vaktini zikir ve ibâdetle geçirmeyi, yanılmaktan kurtulmak için nefsini kötülemeyi istemelidir.”
Ali Müttekî hazretleri, hayâtı boyunca birçok kıymetli eserler yazmıştır. Eserlerinin sayısı, Arabî ve Fârisî olmak üzere yüzü aşkındır. İlk olarak yazdığı eseri “Mübeyyin-i Tarîk” risâlesidir. Bu eseri yazmaya ilhamla emr olundu. “Mecmûâ-i hükm-i kebîr”, faydalı ve kıymetli bir eseri olup, bütün tasavvuf kitaplarında yazılanların hülâsasıdır. Diğer eserlerinden ba’zıları şunlardır, 1- Kenz-ül-Ummâl sünen-ül-Akvâl vel Ef’âl. 2- Muhtasar-ı Kenz-ül-Ummâl, 3- Minhâc-ül-Ummâl fî sünen-il-Akvâl, 4- El-Mevâhib-ül-Aliyye fil-Cem’i beyn-el-hükm-il-Kur’âniyye vel-Hadîsiyye, 5- Cevâmi’ul-Kelim fil-Mevâiz-il-Hikem, 6- İrşâd-ül-irfân ve ibâret-ül-Îmân 7- El-Burhân-ül-Celî fî ma’rifet-ü-Velî, 8- Er-Rakk-ül-Merkûm fî gâyât-il-ulûm, 9-El-Burhân fî alâmât-il-Mehdî âhır zeman, 10- Telhîs-ül-beyân fî alâmât-il-Mehdî âhır zeman, 11- El-Hikem, 12-Muhtasar-ün-Nihâye; İmâm-ı Cezerî’nin hadîs-i şerîf lügatı olan en-Nihâye fî garîb-il-hadîs adlı eserinin htilâsasıdır. 13- Ni’am-ül-Mi’yâr vel-Mikyâs li ma’rifet-il-merâtib-in-nâs, 14- Er-Rütbet-ül-Fâhire fî nesâih-ü Mülûk, 15- El-Unvân fî sülûk-ünnisvân, 16- Hidâyetü Rabbî inde fakd-il-Mürebbî.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Mu’cem-ül-müellifîn cild-7, sh. 59
2) Şezerât-üz-zeheb cild-8, sh. 379
3) Keşf-üz-zünûn sh. 561, 597, 675, 1989,
4) Esmâ-ül-müellifîn cild-1, sh. 746, 747
5) El-A’lâm cild-4, sh. 309
6) Nûr-us-Safîr sh. 283
7) Ahbâr-ül-Ahyâr sh. 249
8) Brockelmann Sup-2, sh. 518
ALİ MÜTTEKÎ EL-HİNDÎ