Evliyânın büyüklerinden. Künyesi Ebû Muhammed olup ismi, Abdüsselâm bin Meşîş eş-Şerîf el-Hüseynî’dir. Peygamber efendimizin soyundandır. Allahü teâlâyı hakkıyla tanıyanların büyüğü olan Abdüsselâm el-Hüseynî, 622 (m. 1225) senesinde vefât etti. Ebû Muhammed el-Hüseynî hazretlerinin kerâmetleri çok olup, hayâtı hakkında fazla bilgi yoktur.
Talebelerinin büyüklerinden olan Ebü’l-Hasen eş-Şâzilî şöyle anlatır: “Irak’a vardığım zaman, sâlih bir zât olan Ebü’l-Feth el-Vâsıtî hazretlerinin huzûruna gittim. Çünkü, Irak’ta birçok âlim olmasına rağmen, onun gibisi yoktu. Ben, zamanın büyüğünü arıyordum. Yanına girince bana; “Sen, Irak’ta zamanın kutbunu (büyüğünü) arıyorsun. Hâlbuki o, senin memleketindedir. Onu orada bulabilirsin” dedi. Bunun üzerine hemen memleketime döndüm ve evliyânın büyüğü Ârif-i billâh el-Kutb el-Gavs Ebû Muhammed Abdüsselâm bin Meşîş hazretlerinin bulunduğu yere vardım. O, bir dağın eteğindeki bir dergâhda ikâmet ediyordu. Huzûruna çıkmadan önce gusl abdesti aldım. Daha sonra niyetimi hâlis kılıp; bilgim, amelim her neyim varsa kalbimi tamamen boş bulundurup, istifâde niyetiyle huzûruna yöneldim. Bulunduğu yere çıkarken onunla karşılaştım. Bana; “Merhaba, hoş geldin ey Ali bin Abdullah bin Abdülcebbâr” buyurup, Resûlullah efendimize ( aleyhisselâm ) kadar ulaşan ceddimi (dedelerimi) saydı ve; “Ey Ali! Gönlünü boş bulundurup, herşeyîni terk edip bize geldin. Biz de, dünyâ ve âhıret ile ilgili ne zenginlik varsa sana verdik” dedi. O anda beni bir dehşet kapladı. Allahü teâlâ, kalb gözümü açıncaya kadar orada kaldım. Hocamdan, tarifi imkânsız kerâmetler gördüm. Birgün huzûrunda oturuyordum. Orada küçük bir çocuk vardı. O esnada İsm-i a’zamı sormak hatırıma geldi. O çocuk kalktı ve elimdeki atkımı bana uzatıp; “Ey Ebü’l-Hasen, sen, İsm-i a’zamı sormak niyetindesin, o, senin kalbine emânet edilmiş bir sırdır” dedi. Zamanın Kutbu Abdüsselâm el-Hüseynî; “Bu çocuk, bizim yerimize sana cevap verdi” buyurdu. Daha sonra Ebu Muhammed Abdüsselâm el-Hüseynî bana; “Ey Ali, şimdi Afrika’ya git. Şâzile denilen yere yerleş. Allahü teâlâ, bundan sonra senin eş-Şâzilî diye çağırılmanı nasîb eder. Oradan Tunus’a git. Tunus’ta çok kimseler sana tâbi olur. Daha sonra Meşrık beldelerine gidersin, insanları irşâd edersin” buyurdu. Bunun üzerine ben; “Efendim, bana vasıyyette bulunur musunuz?” deyince, “Allahü teâlâdan kork. İnsanlardan sakın. Dilini insanların boş sözlerinden koru. Kalbini onların kötü düşüncelerinden muhafaza et. A’zâlarını gözet ve onları harama düşmekten, günah işlemekten koru. Ne için yaratılmışlar ise, onları o vazîfede kullan. Allahü teâlânın farz kıldığı işleri zamanında yap. Böyle yaparsan, Allahü teâlânın hıfzu himâyesinde olursun. Allahü teâlânın sana emrettiği işleri yaparsan, vera’ sahibi olursun. Şöyle duâ et Yâ Rabbî! Senden alıkoyan her şeyden beni koru. İnsanların şerlerinden beni muhafaza et. Senin rızân ile kalbimi zenginleştir. Sen herşeye kâdirsin” buyurdu.”
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Câmi’u kerâmat-il-evliyâ cild-2, sh. 69
ABDÜSSELÂM BİN MEŞÎŞ