Bir mübarek zat çeşmeye yazmış, buyurmuş ki; Ben gece gündüz dünyalık peşinde koşanlara hayret ediyorum ki, ölüm de her an onun peşinde koşuyor. Neyi ele geçirmek istediyse, o anda ölüp gidiyor. Neye yarar? Onun için, hazret-i Peygamber ‘aleyhissalatü vesselam’ buyuruyor ki; İnsanın malı, verdiğidir. Aldığı değil. İnsanın şahsi malı, Allah için verdiğidir. Aldığı değil! Alırsın, bunu şahsi malın yapmak istersin. Nasıl yaparsın? Fakire verirsin, dine verirsin, bir şeye verirsin, o kaydedilir. Karşılığı da, bire yüz, bire yediyüz, bire yediyüzbin.. Ama insanlar maalesef, emanetçi olduklarını unutarak, kendilerinin tapusu, malı mülkü var, zan ediyorlar. Yok böyle bir şey! Cenab-ı Peygamber ‘aleyhhisalatü vesselam’ buyuruyor ki; Bu dünya, âhiretin tarlasıdır. Ama ahiretin! Çünki mülk, Allah’ındır ‘celle celalühü’. Hazret-i Ali ‘radıyallahü anh’ yüzük yapmış, mühür basmış, el mülkü lillah, buyuruyor. Mülk, Allahındır. Siz, âhiretten verilen bu tarladan, üç beş kuruş bir tapu elde etmek sûretiyle, şahsınızın mı zan ediyorsunuz? Değil! Eğer şahsınızın olsa, beraberinizde götürürsünüz. Halbuki bir şey gitmiyor. Her şeyi bırakıyoruz. O halde, bizim olmasını istiyorsak, Allah için vermeye, ibadet niyetiyle sahip olmaya çalışalım. Yoksa şan ve şöhret için, herkes maşallah ne kadar muazzam bir köşkte oturuyor, desinler diye değil.
Âb-ı Hayat – 4414