Ali paşa çok cömert bir zâtmış, herkese yemek dağıtıyormuş. Orada balıkçı, rakıcı, şarapçı, ne varsa hepsi acıkınca doğru Ali paşanın dergâhına karnını doyurmaya gelirlermiş. Kahyası demiş ki; efendim, artık yeter, keselim bu yemeği, bunların düâsı nasıl kabul olacak, ağızları kokuyor bunların demiş. Sana bir şey soracağım demiş o mübârek zât, o bahsettiğin insanlar yemek yedikten sonra bana beddüâ ediyorlar mı? Hayır, demiş. Düânın kabul olup olmayacağını nereden bileyim ama beddüâ tutar, bana beddüâ etmesinler, bu bana yeter demiş. Onun için dikkat edelim, dün okuduk; İmâm-ı Rabbânî hazretleri Mektûbatında buyuruyorlar ki; kalb cârullahtır, cârullah demek, Allahü teâlâya komşu demektir. Eğer komşu kırılırsa sâhibi de kırılır, onun için ister müsliman olsun, ister kâfir olsun, ister fâcir olsun, ister fâsık olsun, ister evliyâ olsun, onun için hiç kimsenin kalbini kırmamaya özen gösterin, buyuruyor. Mübârek Hocamız buyurdular ki; kimseye iyilik yapmak mecburiyetinde değilsin. Nasîbi yokmuş, ister yaparsın ister yapmazsın, ama kötülük yapmamaya mecbursun. Neden bu iyiliği yapmadın demezler, ama neden bu kötülüğü yaptın diye hesap sorarlar. Allahü teâlâyı incitmemek için, O’nun komşusunu incitmemek lâzım. O’nun komşusu kim olursa olsun, kırmak günahtır.
Âb-ı Hayat – 4274