İmam-ı Rabbani hazretlerine bir talebesi gelmiş, efendim, beni Mankpûra gönderin, orada bir tekke açayım, orada faydalı olayım, yolunuzu, Ehl-i sünneti anlatayım, demiş. Hay hay, buyurmuşlar. Mankpûra gitmiş, tekkeyi açmış. Efendim, burada büyük büyük tekkeler var. Kadiriyye tekkesi var, Çeştiyye tekkesi var; bize hiç gelen giden yok. Biz hanımla baş başa kaldık, diye altı ay sonra mektup yazmış. Efendim, beni nereye isterseniz gönderin, demiş. İmam-ı Rabbani hazretleri de buyurmuşlar ki; Aynı yerde kalın. Altı ay sonra tekrar mektup yazmış; efendim, Kadiri tekkesi kapandı, Çeşti tekkesi kapandı, şeyleri bana mürid oldu, demiş. Bütün bu anlatılanlardan sonra, Mübarek Hocamızın bir cümlesi var. Mübarek Hocamız buyurdular ki; Taleple, arzu edilen iznin sonu öyle olur, teslimiyetle alınan iznin sonu böyle olur. Birincisinde kendi istedi, ben Mankpûra gideceğim, dedi. Sonra, efendim, siz ne isterseniz öyle yapayım dedi, teslimiyet gösterdi, hepsi geldiler, talebe oldular. İstekle alınan iznin sonu öyle olur; teslimiyetle alınan iznin sonu böyle olur. Birgün Abdülhakîm Efendi hazretlerine, efendim, size her gelene izin veriyorsunuz. Hiçbirine hayır demiyorsunuz, demişler. Nasıl diyeyim? Biletini almış, bavulunu hazırlamış, efendim ben İzmir’e gidebilir miyim diyor, demiş. Buna izin denilebilir mi? Burası Noter dairesi mi?
Âb-ı Hayat – 4224