Âb-ı Hayat – 4221


Kalpteki iman nûrunun devam etmesi, parlaması, iki şey ile mümkündür. Birincisi, ibadettir. Hem sahih olacak, hem makbul olacak. İkincisi, rabıtadır. Rabıta demek, dinimizi öğreten zâtın hakkını ödemek demektir. Çünki hakkı var. Biz Mübarek Hocamızı görmeseydik, burada ne işimiz vardı? Mübareklerin sevgisi, öğretmektir. Öğrettiklerinin tercümesi, İslamiyettir. Doksan türlü meslek sahibi olanlar var, kimin umurunda? Hepsi kelime-i şehadet getiriyor, müslüman. İşte o zâtın, Allahü tealanın verdiği nimete teşekkür hakkı vardır. Cenab-ı Peygamber ‘aleyhissalatü vesselam’ buyuruyor ki; Men lem yeşkürünnase lem yeşkürüllah. Size iyilik edene teşekkür etmezseniz, Allahü tealaya şükr etmiş olamazsınız. Peki, bir yemeğin duası, teşekkürü var da, sizi ateşten kurtaran mübarek zâtın hiç mi hatırı yok? Onun için, eğer bir insan bir büyük zâtı seviyorsa, bunun ispatı lazımdır. Efendim, ben hocamı çok seviyorum. Mübarek olsun. Ama ağzı olan konuşabilir. Onun için, bizim dinimizde söz sözdür; ama ispat ondan daha kıymetlidir. Buna lisan-ı hal denir. Haliyle onu ispatlamak, konuşmasından çok çok daha kıymetlidir. Peki, ispatı ne ile olacaktır? Üç şekilde. Birincisi, onun sevdiklerini sevmek, onun sevmediklerini sevmemek. Veya onu sevenleri sevmek, onu sevmeyenleri sevmemek. Efendim sevgiden bahsediyorsunuz, nasıl bir şeydir sevgi? Mübarek Hocamıza sorduk, cevabını verdiler. Sevgi, itaattir. İtaati varsa, sevgisi vardır. İtaati yoksa, Onların ifadesiyle; yalan söylüyordur, buyurdular. Onu çok seviyorum demesi, şiirler yazması, yalandır. İkincisi, ondan çok bahseder, çok bahsedilmesini de ister. Çünki insan âşık oldu mu, gözü bir şey görmez. Zaten görmemesi de lazımdır. Üçüncüsü, huzurunda veya gıyabında, zaman belli olmaksızın dua eder. Onun sıkıntısıyla üzülür, onun sevinciyle sevinir.



Âb-ı Hayat – 4221

Kategori içindeki yazılar: Kelâm-ı kibâr