Âb-ı Hayat – 3939


Bir mübarek zât Mısıra gitmiş. Mısır kıtlık, kuraklık; dualar fayda vermiyormuş. Hallerine acımış, araya girsem iyi olur diye içine bir his gelmiş. Cemaati çağırmış, ayağa kalkmış, ey cemaat, ben dua edersem, Allahü teala inşaallah size çok yağmur verir. Ancak Allahü tealaya sadaka verilmezse, Allah dualarınızı kabul etmez, demiş. Bir cübbesi varmış, ortaya atmış, Allahü tealanın fakir kullarını sevindirmedikten sonra, duamız kabul olmaz, demiş. Cübbeye bir şeyler atmışlar, fakirlere dağıtmışlar. Camiye gelmişler, açmış ellerini, ya Rabbi, sebeplere yapıştık; ama sebebe yapışmak demek, sonucu almak demek değildir. Sana yalvarıyoruz, bu fakirleri vesile ediyoruz, bize yağmur ihsan eyle, demiş. Masmavi gökyüzü simsiyah olmuş ve yağmur yağmış. Netice: Allahü tealaya yaklaşmanın yolu, gariplerin duasını almağa bağlıdır. İmam-ı Rabbani hazretleri, şu cübbemi götür şu fakire ver diye, talebesini heladan çağırmış. Biraz sonra vazgeçerim, demiş. Çok hasta, ölmek üzere olan birisini bir dua eder misiniz diye, hocaya götürmüşler. Onun da bir cübbesi varmış, şu cübbeyi gidin bir fakire verin, ondan sonra dua edeyim, demiş. O fakire gidip vermişler, dua etmiş ve iyileşmiş. Velhasıl, Kendinize vasıta arayın, buyuruluyor. Siz vasıtasız hiçbir yere gidemezsiniz. Buraya gelirken bile, mutlaka bir vasıtayla geldiniz. Ya âhirete giderken nasıl gider, okyanusu nasıl tek başınıza geçersiniz? Bu, mümkün değildir! Siz, sadıklarla beraber olun. Yani Allah dostlarıyla beraber olun, buyuruluyor.



Âb-ı Hayat – 3939

Kategori içindeki yazılar: Kelâm-ı kibâr