Âb-ı Hayat – 3875


Mübarek Hocamız buyurdular ki; Abdülhakîm Efendi hazretleri anlatırlardı; fakat arada bir başka şeyler, vak’alar, hikayeler anlatırdı. Bir tane daha anlatsa diye beklerdik. Ama o kaldığı yeri unutmazdı. Peygamberimiz ‘aleyhissalatü vesselam’ bir yere gidiyorlardı. Bir şahıs tarlasında, yolun kenarında çalışıyordu. Hemen Cebrail ‘aleyhisselam’ geldi, ya Resûlallah, sakın buna selam vermeyin, dedi. O ayağa kalktı, hürmet etti, Peygamberimiz yüzüne bile bakmadı. Emir öyle! Dönerken, yine oraya yaklaştı, adam orada perişan vaziyetteydi. Resûlullah efendimiz buradan geçecek ve bana selam vermeyecek. Bu nasıl olur, ben mahvoldum, diyordu. Fakat akıllı imiş, işi düzeltmiş. Hemen Cebrail ‘aleyhisselam’ tekrar geldi, ya Resûlallah, şimdi selam ver, dedi. O da selam verdi, tebessüm ettiler. Adam da çok sevindi. Cebrail ‘aleyhisselam’ yine geldi, Peygamber efendimiz ‘aleyhissalatü vesselam’, kardeşim, nedir bu, anlamadım. Ne olur söyle, buyurdu. Buyurdu ki; Ya Resûlallah, o bugün işe çıkarken annesinin kalbini kırdı. Allah af etmez, annesini üzene sana selam bile verdirtmedi. Fakat sonra siz selam vermeyince aklı başına geldi, gitti annesinin ayaklarına kapandı, anneciğim Allah rızası için, Allah, Muhammed ‘sallallahü aleyhi ve sellem’ aşkına af et beni, dedi. Öptü, sevdi, okşadı, geldi. Demek ki, gönlünü aldığı için cenab-ı Hak da sana emir gönderdi, selam ver, gönlünü almış, dedi. Daha, çok teşekkür edilecek insan var. Başka kim var? Hocamız var. Hatta bunlardan da önce gelir.



Âb-ı Hayat – 3875

Kategori içindeki yazılar: Kelâm-ı kibâr