İki arkadaş varmış. Bunlar birlikte ilim tahsil etmişler. Allahü tealâ bunlara tayy-i mekân kerametini vermiş. Bunlar diledikleri yere halkı irşad için bir anda gidiyorlarmış. Bir gün biri diğerine: “Arkadaş, ben falanca gün falanca yerde öleceğim, mutlaka yanıma gel” demiş. O vakit gelmiş, arkadaşını ziyaretine gittiğinde bir de bakmış ki hasta yatağında arkası kıbleye dönük. Yüzünü kıbleye çevirmiş. Tekrar arkasını dönmüş. Bakmış olacak gibi değil, telkin etmek niyetiyle Kelime-i şehadet getirmiş. “Öyle deme, hak din Hıristiyanlık” demiş ve o hâl üzere ölmüş. Arkadaşı şaşkın ve perişan bir halde “Eyvah imansız gitti. Ben şimdi ne yapacağım, buna Müslüman muamelesi yapamam” demiş. Kiliseye gitmiş. Bakmış ki büyük bir kalabalık. “Hayırdır burada ne oluyor?” demiş. “Bizim başpapaz Kelime-i şehadet getirip Müslüman olarak son nefesini verdi. Şimdi onu ne yapacağımızı düşünüyoruz” demişler. “Tamam, şimdi anlaşıldı, bizde de hıristiyan olarak ölen biri var, onu size verip bunu biz alacağız” demiş ve takası yapmışlar. Arkadaşı derin derin düşünmeye başlamış, benim arkadaşım nasıl bu hâle geldi diye. Sonra anlamış kibri sebebiyle olduğunu. Nitekim arkadaşı ona sık sık, her gittikleri yerde; ” Bak insan biziz, bunlar insan mı? Cahil insanlar, bir şey bilmiyorlar, biz ilim sahibi kimseleriz, istediğimiz an istediğimiz yere gidebiliyoruz” diyerek diğer insanlara karşı üstünlük taslarmış. Allah… Son nefes önemli, kimse ameline güvenmesin, kimse kendini başkasından üstün görmesin. Birisi ömür boyu Müslüman olarak yaşadı, kibri sebebiyle imansız gitti. Diğeri de kim bilir ömrü boyunca hıristiyan olarak yaşadı, güzel ahlakı ve cömertliği sayesinde Müslüman olarak son nefesini verdi.
Âb-ı Hayat – 4320