Bir zaman Bağdat’ta müthiş pahalılık olmuş ve bu musîbete halkın tahammülü kalmamıştı ki, Behlül Dânâ hazretlerine gidip;
“Ey Behlül! Duâ et de, şu musîbet kalksın” dediler.
O ise cevâben;
“Vallâhi ben bu işe karışmam!” buyurdu.
“Neden?” dediler.
“Demek ki, biz buna lâyıkmışız. Zîra biz, Rabbimizin emrettiği gibi yaşasaydık, bir buğday tânesi bir dînar olsa bile hiç sıkıntı çekmezdik!” dedi
● ● ●
Bir gün de; “Bu hayat bir hayâldir, yâhut sanki bir rüyâ. Bu fâniye aldanan, huzur bulamaz. Aklı olan, ona gönlünü kaptırmaz” dedi.
Ve şöyle devam etti:
“Sırf dünyâ için çalışana, Allah dünyâlık murâdı neyse onu verir. Ama âhiret için çalışana, ikisini de ihsân eder. İkisini de elde etmek isteyen, her ikisinden de mahrum kalır.”
Dinliyenler;
“Anlayamadık” dediler.
Bu defâ etrâfına bakındı ve bir “kalas” gördü yerde.
Kalasın bir ucuna geçti.
Ve kaldırıp yere koydu.
Sonra öbür ucuna geçti.
Kaldırdı ve tekrar koydu.
Her iki tarafı da kolayca kaldırıp koymuştu. İnsanlar merak içinde onun ne yaptığına bakıyorlardı ki, bu defâ kalasın ortasına geçti.
Kaldırmaya çalıştı.
Ama oynatamadı yerinden.
Gücü yetmemişti.
Doğrulup sordu:
“Şimdi anladınız mı?”
“Evet, çok iyi anladık” dediler.