Âb-ı Hayat – 4252


Bu Sarıyer’deki yeri almadan önce, orada Osman Nuri abinin kiraladığı bir ev vardı. Pazar günleri oraya gidiyoruz. Orada biraz manzara, deniz… Dar ama gönüller ferah. Orada çok güzel sohbetler oldu. Osman abi de o gün komşuya tembih etmiş. Efendim demiş, çok kıymetli, değerli misafirlerim gelecek, ne olur, çamaşır sermeseniz. Çünkü bu pencereden, tam evin önünden geçen bir iple karşıki ağaca motorlu bir şey bağlamışlar. Ama tam pencerenin önünü kapatıyor. Yapmayın demiş. Tamam tamam Osman bey, demişler. Tam Mübârek Hocamız geldi, hepimiz oturduk. Gır gır gır çamaşırlar, her cins. Tam pencerenin önünden geçti. Abi Osman abinin rengi bembeyaz. Yavaşça bir fırladı yerinden. Mübârekler bana baktılar. Çabuk Osman’ı tutun buyurdular. Ben merdivenlerde Osman abiyi zor yakaladım. Böyle ağzından bir şeyler çıkıyor, o kadar sinirlenmiş. Dedim Osman abi, Mübârekler çağırıyor. Peki abi, peki abi… Ama bitmiş. Yerinde duramıyor. Mübârek Hocamız buyurdular ki, kardeşim ne sinirleniyorsunuz, ne öfkeleniyorsunuz. Bunun dînimize bir zararı yok, hatta belki de faydası var. Nefsimizin zoruna gitti. Biz arkamızı döneriz, kitap okuruz, buyurdular. Ben, bu arkadaşlarımızın arasında bu sabrı gösterecek, şahsen ben de dahil hiçbirimizi göremiyorum. Çok zor iş abi. Adamı dövmekten beter ederler. Neyse intikam aldılar ya; beş on dakika sonra çamaşırları çektiler geriye. Mübârekler buyurdular ki; onlar böyle bir şey arıyorlar, yani bir şey olsun da hâdise olsun diye. Gitmemekle daha iyi ettiniz, buyurdular.





Âb-ı Hayat – 4252

Kategori içindeki yazılar: Kelâm-ı kibâr