Bütün hayatımız boyunca Allahü tealanın rızası için yaptığımız hizmetlerin, ibadetlerin hem sahih olması, hem de makbul olması lazımdır. İbadetlerin sahih olması, cenab-ı Hakkın arzu ettiği gibi, cenab-ı Peygamberin ‘aleyhissalatü vesselam’ bildirdiği gibi şartlarına uygun olması lazımdır. Bir de makbul olması lazımdır. Şartlarına uygun olması için de, mutlaka ilim ve amel şarttır. Bilmeden hangi şartlara uygun olarak yapacaksın ki? Bilmek şarttır. Fakat makbul olması için de, ihlâslı olması lazımdır. Onun için, dinimizin aslı; ilim, amel ve ihlâstır. Mesela, mel’un iblis, ilim, amel sahibiydi. Hatta bir gün Mübarek Hocamız buyurdular ki; Gökyüzünde bir karış yer yoktur ki, şeytanın secde etmediği yer olsun. Ve de kaç yüzbin sene meleklere hocalık yapmış. İşte bu ilim ve amel ona gurur ve kibir getirdi, Âdem ‘aleyhisselama’ secde edin emrine itiraz etti, ben ondan daha makbulüm, dedi. İşte bu kıyas, bu ucub, kendini beğenmek, bu kibir, karşısındakini küçük görmek, onu ebedi olarak Cehennemlik yapmıştır. İnsanlar da ya Habil gibi Allah için hizmet edecektir, ya da Kabil gibi sadece servet ve şöhret için çalışacaktır; ama felakete uğrayacaktır. Sınıfta kalanlar, elbette ki inkâr edenlerdir, münkirlerdir. Mesela dağ başında, Amazonda, İslamiyeti duymayan insanlar, münkir olmadıkları için toprak olacaklardır. Cehennem, ancak işittikten sonra, kabul etmeyenler, itiraz edenler veyahut da incelemeyenler içindir.
Âb-ı Hayat – 4219