Nasûhî Efendi, 1718 senesi şâban ayının son haftası, vaazında;
“Bu makamda son vaazımdır” buyurdu.
Ve cemaate vedâ etti.
Dergâhlarına geldi.
Onlara da vedâ etti.
O hafta hastalandı.
Ramazân-ı şerîfin ilk günleriydi.
Bir gece evden çıktı.
Bahçesinde dolaşıyordu.
Hanımı onu görüp;
“Efendi! Bu gece vaktinde bahçede niçin gezinip durursun?” diye sordu.
O da hanıma baktı.
Ve tebessüm edip;
“Allah bilir ama bu bayramı burada geçirsem gerektir. Kendime yer arıyorum” buyurdu.
Hanımı bunu duydu.
Ve çok kederlenip;
“Efendi, niçin böyle söyleyip de yüreğimizi yakarsın” dedi.
Büyük velî cevâben;
“Takdîr-i ilâhî böyle” dedi.
Aradan günler geçti.
Mübârek zât ailesini topladı.
Yerine, oğlu Alâeddîn Efendi’yi tâyin etti.
Vasiyetini bildirdi.
Talebelerinden Şâmî Ahmed Efendi, vefât edeceği gün kendisini ziyârete gelip yanına oturdu.
Hâlini hatırını sordu.
Hürmetlerini arz edip;
“Efendim, bir şeyler yiyip ilâç alsanız” dedi.
Büyük velî cevâben;
“Oğlum! Allah bilir ya, biz inşallah bu gece dergâh-ı izzete mülâkî oluruz” buyurdu.
Ve o gece vefât etti…