YÛNUS EMRE

Tasavvuf ehli ve halk şâiri. Hayâtı ve kimliği hakkında kesin ma’lûmat yoktur. Şiirleri, asırlar boyunca zekvle ve hayranlıkla okunmuş, yalnız bizde değil, birçok ülkelerde de alâka uyandırmış bulunan müstesna bir şahsiyettir. 80 sene kadar yaşadığı, Eskişehir’in Mihalıççık kazasına bağlı Yûnus Emre köyünde, 843 (m. 1439) senesinde vefât ettiği ve buraya defn edildiği kaynakların tetkikinden anlaşılmaktadır. Vefâtı için başka târihler ve başka yerler de bildirilmektedir.

Ankara-Eskişehir demiryolunun kenarında bulunan türbesi, 1948 de yolun genişletilmesi için kaldırılmak istendi. Fakat bir türlü bu işte muvaffak olunamadı. Hattâ bir defasında, döşenen rayların sökülüp, sekiz metre geriye atıldığı görüldü. Bunun üzerine Yûnus Emre için bir türbe yapılıp, kabrinin oraya nakline karar verildi. Yûnus Emre’nin yeni kabri, eskisinden 100 m. kadar ileride bir tepecikte yapıldı. Yeni kabrine taşıyacak beş kişilik heyet, kimseye haber vermeden ve hiçbir merasim yapmadan çalışacaktı. Karar verildiği üzere hareket edildi. Yalnız ertesi gün, Yûnus Emre’nin çevresine da’vetsiz, ilansız otuzbinden fazla insan kalabalığı toplandı.

Yûnus Emre’nin kabri i’tinâ ile açıldı. Bedeni, 700 seneden beri hiç bozulmamış bir hâlde, bir eli yüzünde, bir eli kalbinin üstünde, rahat bir şekilde uzanmış yatıyor görüldü. Mübârek bedeni oradan alındı, tabuta kondu ve kalabalığın elleri üzerinde, 100 metrelik mesafe tam üç saatte katedildi. Yeni mezarına defnedildi. Yûnus Emre’nin vasıyyeti şu idi:

“Beni Hocam’ın türbesinde, giriş yolu üzerine gömsünler!” Bundan muradı, şeyhini ziyârete gelenlerin, kendisini çiğneyip de geçmeleriydi. Bu, hocasına ne ölçüde bağlı olduğunu göstermektedir.

Yûnus Emre, bir işâret üzerine Tapduk Emre’nin yanına gitti. Otuz seneden fazla onun hizmetinde bulundu ve ondan feyz aldı. Hattâ ba’zı kaynaklar, Tapduk Emre’nin kızını Yûnus Emre’ye verdiğini, hem talebesi, hem de dâmâdı olduğunu kaydeder.

Yûnus Emre, Tapduk Emre’nin hizmetinde bulunurken, ma’nevî âleminde bir ilerleme olmadığını zannederek, üzüntüsünden dağlara, kırlara düştü. Yolculuğunda birgün iki kimseye rastgeldi. Onlarla arkadaş oldu. Her öğün bunlardan biri duâ eder, duâlarının bereketi ile bir sofra yemek gelirdi. Duâ sırası Yûnus Emre’ye geldi. O da duâ etti. Duâda, “Yâ Rabbî benim yüzümü kara çıkarma! Arkadaşlarım kimin hürmetine duâ ettiyse, onun hürmetine duâmı kabûl et!” dedi. Duâ bitince, iki sofra yemek geldi. Arkadaşları; “Kimin yüzü suyu hürmetine duâ ettin?” diye sordular. Yûnus Emre; “Önce siz söyleyin” dedi. Arkadaşları da; “Biz, Tapduk Emre’nin kapısında hizmet eden Yûnus’un hürmetine diye duâ ettik” dediler. Bunun üzerine Yûnus Emre durumunu anlayıp, tekrar Tapduk Emre’nin yanına döndü ve kapısının önüne yattı Tapduk’Emre’nin gözleri görmüyordu. Kapının önüne varıp, ayağı bir şeye takılınca; “Bu bizim Yûnus değil mi?” diye sordu ve onu kabûl etti. O andan i’tibâren Yûnus Emre, halkın dillerinden düşüremediği ilâhileri söylemeye başladı.

Senelerce hocasına dağdan odun taşıdı. Getirdiği odunlar ip gibi düzgün idi. Hocası buyurdu ki: “Ey Yûnus, bu ne iştir? Hiç eğri odun getirmiyormuşsun.” “Efendim, bu kapıya eğri odun yakışmaz” cevâbını verdi.

Anadolu halkı tarafından Yûnus Emre öylesine sevilmiştir ki, bu sevgi, saygı ve hayranlık zenginliği için bir başka misâl göstermek zordur. Her balamdan milletimizi birbirine bağlayan ma’nevî ibrişim olmuştur. Onda, toplumumuzun iç yapısındaki aynî hisler, duygular ve değer yargılan vardır. Onu unutturmayan sebep budur. Anadolu’da Yûnus Emre’nin dîvânının bulunmadığı, ilâhilerinin okunmadığı ev yok gibidir.

Yûnus Emre, şiirlerini arûzla ve daha çok hece vezniyle yazmıştır. Şiirleri açık, derin ma’nâlı, samimî ve heyecanlıdır, ilâhî aşk, varlık, yokluk, hayat, ölüm mes’eleleri ve bunlara bağlı olarak, dünyânın fâniliği gibi mes’eleleri çok güzel bir şekilde şiirle anlatmıştır.

Yûnus Emre’den başka bu ismi kullanan birkaç şâir daha görülmüştür. Bunlardan bilinenlerden ikisi; “Aşık Yûnus” ve “Derviş Yûnus”tur. Bunların şiirleri de yanlışlıkla Yûnus Emre’ye mâl edilmiştir.

Yûnus Emre’de günü birlik konulara rastlanmaz; geçim -endişesi aile sıkıntısı, evlât acısı, yakınlarının şahsî ve ailevî mes’elelerine hemen hemen hiç yer vermez. O, insanlığın umûmî kader çizgisi üzerinde durmuştur. Bunlar; kabir, ömrün geçişi, ölüm, Allahü teâlâya îmân ve yalvarma, dînî esaslar, insanın yalnızlığı, aşk, nasihatler ve hayatın gayesi gibi insanlığa has mes’elelerdir.

Her yerde, her seste, her renkte, her zaman Allahın varlığını idrâk eden Yûnus Emre, bu dilsiz varlıkların büyük tanıtışındaki gizli dilin hayranıdır.

Altındandır direkleri, Gümüştendir yaprakları, Uzadıkça budakları, Biter Allah deyû deyû gibi mısralarla, insanlara önce bulutsuz bir günün ışıklarıyla aydınlanmış bir ağaç gösterir, insanlar bu altın tablo karşısında hayran hayran bakınırken, o, ağacın dış güzelliğinden iç güzelliğine akarak, budaklarının uza-yışındaki sırrı anlatır. Varlıkların her zerresinde yaratıcıyı aramakla uğraşır. Bütün Allah âşıkları gibi, sevgilisine kavuşamama endişesini taşır.

Muradıma maksûduma ermezsem, Hayıf bana, yazık bana, vah bana. Kadir Mevlâm cemâlini görmezsem, Hayıf bana, yazık bana, vah bana diye feryâd edişi bundandır. Allahtan uzak kaldıkça, kalabalıklar içinde dahî kimsesiz olan insanın sonsuz garipliğini dile getirmekte, Yûnus’un şu şiiri yeter:

Acep şu yerde var m’ola,

Şöyle garîb bencileyin.

Bağrı başlı gözü yaşlı,

Şöyle garîb bencileyin.

Bir garîb ölmüş diyeler.

Üç günden sonra duyalar,

Soğuk su ile yuyalar,

Şöyle garib bencileyin.

Yûnus Emre’nin:

“Bâd-ı sabâya sorsunlar,

Cânân illeri kandedür?

Görenler haber versinler,

Cânân illeri kandedür?”

diye aradığı Allah sevgisine erdiğine, O’na yaklaştığını anlayınca;

Canlar canını buldum,

Bu canım yağma olsun.

Ballar balını buldum,

Kovanım yağma olsun!

diyerek sevincini coşkun bir şevk ile dile getirmiştir.

Onun, hiç bir yapmacığa sapmadan, bir san’at kaygısına düşmeden söylediği, sâde, külfetsiz, fakat güzel şiirlerine, bütün tasavvuf edebiyatında benzer şiirler bulmak kolay değildir. Şiirlerinde, tasavvufun söylenmesi güç fikir ve heyecanları, berrak bir su içindeymiş gibi hemen görülür.

Yûnus’un şiirlerinde İslâmî bir duyuş ve düşünüş sistemi olan tasavvuf ilmi hâkimdir. Fakat geri kalan herşey; dil, vezin, nazım şekli, hemen hemen tamâmiyle millîdir. Şiirleri tasavvufî olduğu için, yanlış ma’nâlara bile çekilmiştir. Yûnus Emre böyle şiirleri için diyor ki:

Yûnus bir söz söyledi,

Hiçbir söze benzemez.

Câhillerin içinde,

örter ma’nâ yüzünü.

Çok incelikler sezilen Yûnus Emre’nin şiirleri okundukça, insana yeniden okuma hevesi verir. Çünkü tatlı bir söyleyiş, ferahlık verici bir anlam ve kolay anlaşılır nasihatleri vardır. Temas ettikleri konular hemen hemen her insanı ilgilendirir. Yûnus Emre’nin çok şiirleri atasözü hâlini almıştır.

Dünyâ fâniliği hakkında:

Mal sahibi, mülk sahibi,

Hani bunun ilk sahibi?

Mal da yalan mülk de yalan,

Var biraz da sen oyalan.

Birçok şiirlerinde gönül kırmamağa dikkat edilmesini dile getirmiştir:

Durmuş kazan ye, yedir,

Bir gönül ele getir.

Yüz Kâ’beden yeğrektir,

Bir gönül ziyâreti..

İnsan gönlüne ve insanlara yakın olma, onlara hizmet etme duygusunu böyle ifâde etmektedir.

İslâm âlimlerine uyulmasını şöyle tavsiye etmektedir:

Bu yol gayet uzaktır.

Dünyâ ona tuzaktır.

Bu tuzağa uğrayan,

Komaya kılavuzun

İlimden, okumaktan maksadın Hakkı bilmek olduğunu da şöyle anlatır:

İlim, ilim bilmektir,

ilim kendin bilmektir.

Sen kendini bilmezsen,

Bu nice okumaktır.

Okumaktan maksad,

Hakkı bilmektir.

Okuyup bilmezsen,

Nasıl okumaktır.

Verenin-alanın yalnız Allahü teâlâ olduğunu, takdîre rızâ gösterilmesini şöyle anlatır:

Ne varlığa sevinirim,

Ne yokluğa yerinirim,

Aşk ile avunurum,

Bana seni gerek seni.

Çok konuşmayı da şöyle özetlemiştir:

Az lâf erin yüküdür,

Çok lâf hayvan yüküdür.

Yûnus Emre’de aşk,

Gerçek insanlık yoludur.

“Bu dünyâda öldür beni,

varıp orda ölmiyeyim,

birde aşksız olmıyayım”

diye niyazda bulunur.

Velhâsıl, çileli yoldan geçmedikçe, Allahü teâlâya kavuşamıyacağını anlamıştır. Çünkü huzûra çıkış ve bağışlanmada kesin bir emniyet yok. Ümit ve korku paralel yürüyor. Ayrıca; Kitâb, Peygamber, Kâ’be, şiirlerinde büyük bir yer tutuyor. Hepsinin başında, Ehl-i sünnet inancına uygun bir îmân ve Muhammed aleyhisselâmın sevgisi vardır:

Araya araya bulsam izini,

izinin tozuna sürsem yüzümü,

Hak nasîb etse görsem yüzünü,

Yâ Muhammed, canım arzular seni.

gibi samîmi deyişlerinin yanında,

“Adı güzel, kendi güzel Muhammed”

gibi veciz anlatımları vardır. “Güzel Kâ’betullah”da, kıblegâhımız için söylenmiş nefis bir şiirdir.

Muhtevâ yönünden, Yûnus, Emre’nin şiirleri; ahenk, ma’nâ, mecaz, duygu, düşünce zenginliği ile yüklüdür. Bir kitap dolduracak derinliği ve genişliği olan sırları kolaylıkla söylemek, Yûnus Emre’de görülür:

“Ete kemiğe burundum,

Yûnus diye göründüm.”

Yûnus Emre, şiirlerinde duran, oturan, tasarlayan değil de, dâima düşünen, gezen, konuşan, seyreden, çalışan, hareketli bir insan olarak görünmektedir. Yûnus Emre, yepyeni bir mecaz örgüsü kurmuştur. Bu yoldaki bilgilerini, hislerini, müşahhas eşya ve tabiata âit unsurlarla canlı bir hâle koymaktadır. Bu tesbih, istiare ve tasvir unsurlarını, herkesin çok iyi tanıdığı hemencecik gözönüne getireceği bahçe, ev araçlarından, onlara âit isim ve sıfatlardan seçmiştir. Tarla, ekin, ağaç, çiçek, meşe, çadır, yağ, balık, arı, kova,..” gibi, yalnız tabiatı bir vâsıta olarak kullanır.

Yûnus Emre, üçbin kadar şiir söylemiş, bunlar bir divân hâlinde toplanmıştır. Bu dîvân Molla Kâsım’ın eline geçtiğinde, bir su kenarında okur. Dine uygun bulmadıklarını yırtıp yırtıp suya atar. Böylece ikibin tane kadarını imha etmişti ki, şu beyitle karşılaştı:

Derviş Yûnus bu sözü eğri büğrü söyleme.

Seni sigâya çeken bir Molla Kâsım gelür.

Bu beyti okur okumaz, Yûnus’un kerâmet ehli erenlerden olduğunu anlar, dîvânı öpüp başına koyar. Fakat ne çâre ki, elde bin şiir kalmıştır:

Nazar eyle ilerü,

Pazar eyle götürü,

Yaradılanı hoş gör,

Yaradandan ötürü.

Yûnus Emre, Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâm ile bütün yakınlarının, dört halifenin, hazret-i Peygamberin soyundan gelenlerin, bütün İslâm âlimlerinin ezelî asıladır. Hiçbir bani cereyana kapılmadığı gibi, onlar karşısında ahlâki nizâmı, din sevgisini ve gerçek tasavvufu koruyan kültür ve san’at şeddi olmuştur. İhlâs ile, herşeyi Allah rızâsı için yapmayı her zaman söylemiştir. Yûnus Emre için “Dervişlik”, herkese faydalı olmak ülküsüdür. Şiirlerinde tembelliği, tufeyli ve faydasız olmayı kınamıştır:

Serî’at tarikat yoldur varana,

Hakîkat ma’rifet andan içerü.

diye, hakiki tasavvufu ta’rîf etmiştir. 811 (m. 1408) yılında Osmanlı Türklerine esîr düşen ve Anadolu’da 20 yıl kadar kalmış olan Transilvanyalı Mülbacher isimli Avusturyalı bir yabancı, Yûnus Emre’ye âit şiirleri, ilâhileri duymuş, öğrenmiştir. Memleketine döndüğünde, Yûnus Emre’nin şahsiyetinde İslâmı anlatmış, kitaplar yayınlamış, yazılar yazmıştır. 937 (m. 1530) yılında büyük ün sahibi Avusturyalı tarihçi Hammer de, Yûnus Emre’ye âit şiirler ve ilâhilere yer vermiş, bundan sonra da Batı ülkelerinde Yûnus ismi çok yaygınlaşmıştır.

Eserleri: Yûnus Emre’nin bilmen iki eseri vardır 1- Risâlet-ün-Nushiyye: Mesnevî şeklinde arûz (Fâilâtün Fâilâtün Fâilün) vezniyle yazılmış, tasavvufî, ahlâki, dini bir eserdir.

2- Dîvân: Yûnus Emre Dîvânı’nın birçok yazma nüshaları vardır. Fakat bu divândaki bütün şiirlerin Yûnus Emre’nin olduğu söylenemez. Yûnus tarzında, daha sonraki şâirlerin yazdığı şiirler de karışmıştır. Taş basması nüshaları da vardır:

Yûnus Emre’nin şiirlerinden;

DOLAP

Benim adım dertli dolap,

Suyum akar yalap yalap,

Böyle emreylemiş Çalap,

Derdim vardır inilerim.

Ben bir dağın ağacıyım,

Ne tatlıyım ne acıyım,

Ben Mevlâya duâcıyım,

Derdim vardır inilerim.

Beni bir dağda buldular,

Kolum kanadım yoldular,

Dolaba lâyık gördüler,

Derdim vardır inilerim.

Dağdan kestiler bezenim,

Bozuldu türlü düzenim,

Ben bir usanmaz ozanım,

Derdim vardır inilerim.

Şol dülgerler beni yondu,

Her a’zâm yerine kondu,

Bu iniltim Hakdan geldi,

Derdim vardır inilerim.

Suyum alçaktan çekerîm,

Dönüp yükseğe dökerîm,

Görün beni neler çekerîm,

Derdim vardır inilerim.

Yûnus bunda gelen gülmez,

Kişi muradına ermez,

Bu fânîde kimse kalmaz,

Derdim vardır inilerim.

MEVLÂM

Dağlar ile taşlar ile,

Çağırayım Mevlâm seni. Seherlerde kuşlar ile,

Çağırayım Mevlâm seni.

Sular dibinde mâhiyle,

Sahralarda âhû ile,

Abdal olup yâ Hû ile,

Çağırayım mevlâm seni.

Gökyüzünde Îsâ ile,

Tûr Dağı’nda Mûsâ ile,

Elindeki asa ile,

Çağırayım Mevlâm seni.

Yûnus okur diller ile,

Ol kumru bülbüller ile,

Hakkı seven kullar ile,

Çağırayım Mevlâm seni.”

YAĞMA OLSUN

Canlar canını buldum,

Bu canım yağma olsun. Assı (kârdan),

ziyandan geçtim,

Dükkânım yağma olsun.

Ben benliğimden geçtim,

Gözüm hicabına açtım,

Dost vaslına eriştim,

Gümânım yağma olsun.

İkilikten usandım,

Birlik hanına kandım,

Derd-i şarabın içtim,

Dermanım yağma olsun.

Varlık çün sefer kıldı,

Dost ondan bize geldi,

Viran gönül nûr doldu,

Cihanım yağma olsun.

Yunus ne hoş demişsin,

Bâl-ü-şeker yemişsin,

Ballar balını buldum,

Kovanım yağma olsun.

ŞEYH EŞİĞİNDE

Kılalım seyrân,

edelim cevlân,

Mest olup hayran,

şeyh eşiğinde.

Nice bir ülfet,

edelim uzlet,

Çekelim havlet,

şeyh eşiğinde.

Bıraktım ân,

istedim yân,

Kestim zünnârı,

şeyh eşiğinde.

Aldım himmeti,

geçtim zulmeti,

Buldum hayatı,

şeyh eşiğinde.

Yûnus’um elhak,

Dîdâr’a müştak,

Eriştim aşka,

şeyh eşiğinde.

DÜNYÂ

Bilirim seni, yalan dünyâsın,

Evliyâları alan dünyâsın.

Kaçan kurtulsa, kuş kurtulaydı,

Şahin kanadın, kıran dünyâsın.

Sevdiğim aldın, beni ağlattın,

Dönüp yüzüme, gülen dünyâsın.

Süleymân tahtın sen viran kıldın,

Ma’sûmlar boynunu buran dünyâsın.

İÇERÜ

Severim seni ben candan içerü,

Yolum vardır bu erkândan içerü.

Şerî’at tarikat yoldur varana,

Hakîkat ma’rifet andan içerü.

Beni bende demen, bende değilem,

Bir ben vardır bende, benden içerü.

Süleymân kuş dilin bilür dediler,

Süleymân var, Süleymân’dan içerü.

Tecellîden nasîb erdi kimine,

Kiminin maksudu bundan içerü.

Senin aşkın beni benden aluptur,

Ne şirin derd bu dermandan içerü.

Miskin Yûnus gözü tuş oldu sana,

Kapunda bir kuldur senden içerü.

ADI GÜZEL MUHAMMED (aleyhisselâm)

Canım kurbân olsun senin yoluna,

Adı güzel kendi güzel Muhammed.

Gel şefaat eyle kemter kuluna,

Adı güzel kendi güzel Muhammed.

Mü’min olanların çoktur cefâsı,

Âhırette vardır zevk-ü-sefâsı,

Onsekizbin âlemin Mustafası,

Adı güzel kendi güzel Muhammed.

Yûnus neyler iki cihanı sensiz,

Sen hak Peygambersin şeksiz şüphesiz,

Sana uymayanlar gider imansız,

Adı güzel kendi güzel Muhammed.

EDEB

Nazar eyle ilerü,

pazar eyle götürü,

Yaradılanı hoş gör,

Yaradandan ötürü,

İlim meclislerinde

aradım kıldım taleb.

ilim geride kaldı,

ille edeb, ille edeb.

Ana rahminden

geldik pazara,

Bir kefen aldık

döndük mezara.

DEĞİL

Bir kez gönül yıktın ise,

Bu kıldığın namaz değil.

Yetmişiki millet dahî,

Elin yüzün yumaz değil.

Han erenler geldi geçti,

Bunlar yurdu kaldı, göçtü,

Pervaz urup Hakka uçtu,

Huma kuşudur kaz değil.

Yol oldur ki doğru vara,

Göz oldur ki Hakkı göre,

Er oldur ki alçakta dura,

Yüceden bakan göz değil.

Doğru yola gittin ise,

Er eteğin tuttun ise,

Bir hayır da ettin ise,

Birine bindir az değil.

Yûnus bu sözleri çatar,

Sanki balı yağa katar,

Halka mata’ların satar,

Yükü gevherdir tuz değil.

YÂ MUHAMMED (aleyhisselâm)

Arayı arayı bulsam izini,

izinin tozuna sürsem yüzümü,

Hak nasîb eylese görsem yüzünü,

Yâ Muhammed canım arzular seni.

Bir mübârek sefer olsa da gitsem,

Kâ’be yollarında kumlara batsam,

Hûb cemâlin bir kez düşte seyretsem,

Yâ Muhammed canım arzular seni.

Zerrece kalmadı kalbimde hîle,

Sıdk ile girmisem ben hak yola,

Ebû Bekr, Ömer, Osman da bile,

Yâ Muhammed canım arzular seni.

Ali ile Hasen, Hüseyn anda,

Sevgisi gönülde muhabbeti canda,

Yarın mahşer gününde ulu divânda,

Yâ Muhammed canım arzular seni.

Arafat dağıdır bizim dağımız,

Anda kabûl olur bizim duâmız,

Medine’de yatar Peygamberimiz,

Yâ Muhammed canım arzular seni.

Yûnus medh eyledi seni dillerde,

Sevilirsin bütün gönüllerde,

Ağlayı ağlayı gurbet ellerde,

Yâ Muhammed canım arzular seni.

ÖLÜM

Ey yarenler ey kardeşler,

Ecel ere ölem birgün.

işlerime pişman olup,

Kendi özüme gelem birgün.

Yanlanma kona elim,

Söz söylemez ola dilim,

Karşıma gele amelim,

Nittim ise görem birgün.

Oğlan gider danışmana,

Saladır dosta düşmana,

Sol dört tekbîr namaz ile,

Ömrüm tamam kılam birgün.

Beş karış bezdürür donum,

Yılan çıyan yiye tenim,

Yıl geçe ubrula sînim,

Unutulup kalam birgün.

Başıma dikeler hece,

Ne erte bilem ne gece,

Âlemler ümidi, hoca,

Sana ferman olam birgün.

Yûnus Emre sen bu sözü,

Dahî tamam etmemişsin,

Tek yürüyeyim neyleyim,

Üstadıma gelem birgün.

BANA SENi GEREK SENİ

Aşkın aldı benden beni,

Bana seni gerek seni.

Ben yanarım dünü günü,

Bana seni gerek seni.

Ne varlığa sevinirim,

Ne yokluğa yerinirim,

Aşkın ile avunurum,

Bana seni gerek seni.

Aşkın âşıklar öldürür,

Aşk denizine daldırır,

Tecellî ile doldurur,

Bana seni gerek seni.

Aşkın şarâbından içem,

Mecnun olup dağa düşem,

Sensin dün-ü-gün endişem,

Bana seni gerek seni.

Sûfîlere sohbet gerek,

Ahîlere ahret gerek,

Mecnunlara leyli gerek,

Bana seni gerek seni.

Yûnus’dur benim adım,

Gün geldikçe artar odum,

İki cihanda maksudum,

Bana seni gerek seni.

BİLSE GEREK

Müslümanım diyen kişi,

Şartı nedir bilse gerek.

Allahın buyruğun tutup,

Beş vakt namaz kılsa gerek.

Tanla durup başın kaldır,

Ellerini suya daldır,

Tamudan azâdlı oldur,

Kullar azâd olsa gerek.

Öğle namazın kılasın,

Her ne dilersen bulasın,

Tamudan azâdlı oldur,

Kullar azâd olsa gerek.

Ol ikindiyi kılanlar,

Arı dirlik dirilenler,

Oladır Hakka erenler,

Dâim Hakka erse gerek.

Akşam durur üç fariza,

Dağca günâhın arıda,

iyi amellerin sana,

Şemu cerag olsa gerek.

Yatsı namazın o hâzır,

Hâzırları sever Kâdir,

Îmânın eksiğin bitir,

Îmân piş-rev olsa gerek.

Her kim müslüman olmadı,

Beş vakt namazı kılmadı.

Bu ki müslüman olmayan,

Ol tamuya girse gerek.

Görmez misin Mustafâ’yı,

Nice bekledi vefayı,

Ümmet için ol safâyı,

Ümmet ona erse gerek.

Bekler ise din gayretin,

Vermegil nefse muradın,

Yûnus Nebi salevâtın,

Aşk ile değirse gerek.

Bu şiirin açıklaması şöyledir: “Müslümanım diyen bir kişi, müslümanlığın şartının ne olduğunu bilmesi ve Allahın emrini tutarak beş vakit namazı kılması gerekir. Tan ağarırken yatağından kalkıp abdest al. Nefse uyarak yatma, o senin düşmanındır. Onu öldür. Nefsin dâima ölü olması gerekir. Sabah namazını vaktinde kılarsan. Allahü teâlâ duâlarını kabûl eder. Böylece Âhırette şeref bulur, naz makamına ulaşarak, Hakkın yakınlarından olursun, öğle namazını kılarsan, Allahü teâlâdan dilediğin her şeye kavuşursun. Allahü teâlâya gerçekten kul olanların Cehennem ateşinden kurtuldukları gibi, sen de Cehennemden kurtulursun, ikindi namazını kılanlar, temiz bir hayat geçirerek Allahü teâlâya kavuşanlardır. Onlar bunu yaptıkça, dâima Hakka ulaşacaklardır. Üç rek’at farzdan ibâret olan akşam namazı, dağlar gibi günahları eritir, iyi amellerin, mezarını aydınlatacak birer ışık kaynağı olacaklardır. Yatsı namazını kılmadan yatma. Yatsı vaktinde namaza duranları, sonsuz kudret sahibi olan Allahü teâlâ sever, inandığını eksik bırakma, tamamla. Çünkü imânın âhırette rehberin olacaktır. Kim bu sözlerden öğüt alarak beş vakit namazını kılmazsa, bil ki tam ve gerçek müslüman olamaz. Cehenneme girer. Hazreti Peygamberin ( aleyhisselâm ) müslümanların namaz kılmaları husûsunda nasıl titizlik gösterdiğini görmez misin? Ümmetinden namaz kılanlar çeşitli ni’met ve güzelliklere erişecektir. Dindarlıktan bir fayda elde etmek istersen, nefsinin arzularına uyma! Ey Yûnus, sen de aşk ile Peygambere salevât getir.

1) Şakâyık-ı Nu’mâniyye tercümesi (Mecdî Efendi) sh. 78

2) Nefehât-ül-üns sh. 691

3) Rehber Ansiklepedisi cild-18, sh. 224

4) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh. 1085


YÛNUS EMRE

Kategori içindeki yazılar: HİCRÎ 09.ASIR ÂLİMLERİ