ŞEYHÎ (Sinân Yûsuf)

Din ve fen âlimi, velî, Hâcı Bayram-ı Velî hazretlerinin talebelerinden. İsmi, Sinân bin Mecdüddîn bin Ahmed bin Seyyidî’dir. Doktor olduğu için, önceleri Hekim Sinân adı ile şöhret buldu. Şiirlerinde Şeyhî mahlasını kullandığı için, “Şeyhî” diye tanındı. Kütahya’da, Türkmen asıllı tanınmış bir aileden dünyâya geldi Doğum târihi kesin olarak bilinememektedir. 834 (m. 1431) senesinde Kütahya’da vefât etti. Kabri, Kütahya’ya 7 km. uzaklıkta Çiftepınar köyü yakınlarındadır.

Şeyhi, ilk tahsile Kütahya’da başladı. O zamanlar Kütahya, kültür merkezlerinden biri idi. Devrinin tanınmış âlimi ve mutasavvıfı Ahmedî’den okudu. Tahsilini ve ilmini ilerletmek için İran’a gitti, İran’da diğer ilimlerle beraber; tasavvuf, fen ve tıb ilimleri tahsîl etti. İran’da büyük âlim Seyyid Serîf Cürcânî ( radıyallahü anh ) ile beraber okudu. Fıkıh, kelâm, tefsîr, tasavvuf, edebiyat, tıb ilimlerinde derin bilgiler kazanarak, İran’dan döndü. Dönüşte Ankara’da Hâcı Bayram-ı Velî ile görüşüp, ona bağlandı. Ve Şeyhî nisbetini aldı. Bundan sonra şiirlerinde “Şeyhî” mahlasını kullandı. Kütahya’ya geldikten sonra, bir attâr dükkânı açtı. Tıb üzerine çalışmaya başladı. O zaman Germiyan beyi olan İkinci Ya’kûb’a mersiyeler yazıp, nasihatlerdi bulundu. Onun husûsî doktoru oldu.

Çelebi Sultan Mehmed, Karaman seferi sırasında Ankara’da hastalandı. Tedâvi etmesi için, Şeyh Ankara’ya çağırıldı. Tedâvide başar gösterdiği için, taltif edildi. Ona Tokuzlu köyü tımar olarak verildi Bundan sonra Sultan Mehmed’in husûsî doktoru oldu. Böylece Osmanlı devletinin ilk “Reîs-i etibba’sı (pâdişâh doktoru) ünvanını aldı Şeyhî’nin Osmanlı hânedanı ile ilk teması, Emîr Sultan’a intisabı ile baş ladı. Emîr Süleymân, Şeyhî’deki şiire olan kabiliyeti görünce, onu şiire teş vik etti. Zamanın tanınmış şâiri Ahmedî ile her zaman istişâre ederdi. Latifi ile de sık sık buluşup görüşürlerdi. Fakat ömrünün çoğunu, Kütahya’da Germiyan Beyi ikinci Ya’kûb’un hizmetinde geçirdi. Ya’kûb Bey’in istişâre ettiği en yakını ve yardımcısı idi. Şeyhî, Ya’kûb Bey için birkaç kaside ve “Terci-i bend” yazdı.

Sultan İkinci Murâd Hân pâdişâh olunca, Şeyhî’nin Osmanlı sarayı ile irtibâtı daha da sıklaştı. “Hüsrev-ü-Şîrîn” mesnevîsini Sultan İkinci Murâd Hân’ın emri ile Nizâmî’den tercüme etmeğe başladı. Bin beyit kadar tercüme ettikten sonra, Sultan İkinci Murâd’a sundu. Tekrar memleketine döndü.

Şeyhî’nin tasavvufta yükselmesi ve tanınması, Hacı Bayram-ı Velî ile tanışmasından ve ona intisabından sonradır. Aynı zamanda Hacı Bayram-ı Velî’nin halîfesidir. Müstekimzâde Süleymân Sa’deddîn Efendi, Şeyhî’nin tasavvufta çok yükseldiğini nakletmektedir.

Şeyhî’yi, gerek şiirlerindeki san’at üstünlüğünden, gerekse Germiyan Beyi İkinci Ya’kûb ve İkinci Murâd Hân’dan gördüğü yakın ilgi ve ihsânlardan dolayı çekemeyip tenkid edenler olmuştur. Fakat, Şeyhî bunları hoş karşılamış, sükûn, tevekkül ve teslimiyetini bozmamıştır.

Şeyhî’nin bir “Dîvân”ı, “Hârnâme” ve “Hüsrev-ü-Şîrîn” isimli üç eseri vardır.

1- Dîvân: İstanbul kütüphânelerinde altı yazma nüshası olup, Fâtih-Millet Kütüphânesi Ali Emîrî kısmında, aslının aynısı mevcûttur. Dîvân’ındaki şiirlerinde Sa’dî Şîrâzî’nin te’sîri görülür.

2- Hârnâme: Şeyhî’nin bu mesnevîsi, Türk hiciv ve mizah edebiyatının şaheseridir. Şeyhi bu eserinde, zamanının Osmanlı sultanları olan Çelebi Sultan Mehmed ve İkinci Murâd Hân’a nasihat etmektedir. Pâdişâhlara; cömertlik, şecaat, adâlet, dîne bağlılık ve hizmetin yakıştığını söyler. Aruz vezni ile yazılmış olan “Hârnâme”, dört kısımdan meydana gelmiştir. İlk oniki beyti tevhîd ve na’ttar. Yirmialtı beyitlik kısmı pâdişâhı över. Bundan sonraki kısımda ise, esas konuya geçerek; semiz, besili bir öküzün boynuzlarına imrenen bîçâre bir eşeğin, boynuz aramağa gidip, başına birçok hâdiseler geldikten sonra iki kulağı da kesilmiş olarak geri dönüşünü anlatır. Şeyhî, bu küçük mesnevîsinde; mesnevîde bulunması gereken bütün özellikleri, şaşılacak derecede bir nisbet ve tenasüp ile göstermiştir. Tasvirlerin çok canlı oluşu, nezâket, incelik, mükemmel alay ediş kabiliyeti ile Türk mizah ve hiciv edebiyatında mümtaz bir yer almıştır.

3- Hüsrev-ü Şîrîn: Şeyhî’nin en kıymetli eseridir. Mesnevî şeklinde yazılmıştır. Bu eser, kendinden önce gelen şâirler arasında en güzel yazılandır. Şeyhi, “Hüsrev-ü-Şîrin”i İkinci Murâd Hân için yazmıştır, İkinci Murâd Hân’ın tahta geçmesi ile yazmağa başlamış, vefâtına kadar devam etmiştir. Altıbindokuzyüzkırkdört beyittir. Yediyüzyetmişbeş beyitlik ilk kısımda; duâ, münâcaat, tevhîd, na’t, insanın yaratılışı ve Allahü teâlânın hikmetleri anlatılmıştır. Onbeş parçası mesnevî ve kaside şeklinde yazılmıştır. Esâs hikâye, onbir bölümdür. Yirmialtı gazel, Hüsrev ve Şîrîn’in dilinden yazılmıştır. Münâcaat ve yedi bendlik terci-i bendi vardır. Şeyhî, bu eserini bitiremeden vefât etmiştir.

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Şakâyık-ı Nu’mâniyye tercümesi (Mecdî Efendi) sh. 128

2) Kâmûs-ül-a’lâm cild-4, sh. 2894

3) Rehber Ansiklopedisi cild-16, sh. 74


ŞEYHÎ (Sinân Yûsuf)

Kategori içindeki yazılar: HİCRÎ 09.ASIR ÂLİMLERİ