SÜYÛTÎ

İslâm âlimlerinin en büyüklerinden. İsmi, Abdürrahmân bin Ebî Bekr bin Muhammed bin Ebî Bekr bin Osman bin Muhammed bin Hıdır bin Eyyûb bin Muhammed bin Hümâmüddîn Hudayri Esyûtî’dir. Künyesi Ebü’l-Fadl olup, lakabı Celâleddîn’dir. 849 (m. 1445) senesi Receb ayının birinci Pazar gecesi, Mısır’da Esyût şehrinde doğdu. 911 (m. 1505) senesi Cemâzil-evvel ayı ortasında, Mısır’da vefât etti. Türbesi, Kâhire’de Bâb-ül-Karâfe dışındadır. Babasının kabri yanına defnedildi.

Aslen ailesi doğudan gelme olup, önce Bağdad’a, sonra da Mısır’da Esyût denilen yere yerleşti. Bu sebeple Süyûtî denildi. Annesinin Türk asıllı olduğu söylenir. Süyûtî ( radıyallahü anh ) en büyük dedesi Hümâmüddîn hakkında şöyle der: “En büyük dedem Hümâmüddîn, hakîkat ehlinden ve tasavvuf büyüklerinden idi. Diğer dedelerim ise, bulundukları yerin ileri gelen ve i’tibâr sahibi kimseleri idi. Onlardan ba’zısı, memleketin kadısı, ba’zısı muhtesib, birisi de tacir idi. Bu dedem, Esyût’da bir medrese yaptırdı. Ona vakıflarda bulundu.” Babası Kemâleddîn Ebû Bekr, Şafiî mezhebi fıkıh âlimlerinden idi. Ayrıca ferâiz, usûl, mantık, nahiv, sarf, beyân, bedî’ ve başka ilimlerde üstün derecedeydi. Babası ona Abdürrahmân ismini verdi. Sonra da Celâlüddîn lakabıyla çağırdı. Süyûtî şöyle der. “Babam hayatta iken, beni Muhammed Meczûb denen bir zâta götürdüler. Muhammed Meczûb, Meşhedî-nefisi civarında oturan evliyânın büyüklerinden idi. Bana hayır duâda bulundu.” Babası, o altı yaşında iken vefât etti. Akraba ve yakınları tarafından himâye edildi. Yetim olarak büyüdü. Yaşı çok küçük olmasına rağmen, üstün kabiliyeti ve zekâsıyla dikkati çekti. Sekiz yaşına varmadan Kur’ân-ı kerîmi ezberledi. Babasının sâdık arkadaşlarından Kâdı İzzüddîn Ahmed bin İbrâhim Kinânî, ona Ebü’l-Fadl künyesini verdi. En önce bu künyeyi alan zât, Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) amcası Abbâs ( radıyallahü anh ) idi. Süyûtî, bu künyesi sebebiyle çok iftihar ederdi. Süyûtî, üstün zekâsıyla, önce İbn-i Dakîk-ül-Iyd’in “Umde” adlı eserini, İmâm-ı Nevevî’nin “Minhâc-ül-fıkh”, Beydâvî’nin “Minhâc-ül-usûl”ünü, İbn-i Mâlik’in “Elfiye” adlı eserini ezberledi. Sonra zamanının büyük âlimlerinden olan Şihâbüddîn Ali bin Ebî Bekr’den Ferâiz ilmini öğrendi. Şemsüddîn Muhammed bin Mûsâ Hanefî’den; Şifâ-i şerîf, Dirayetü Elfiyetü İbn-i Mâlik adındaki eserleri okudu. 866 (m. 1461)’da Arabî ilimleri okutabileceğine dâir icâzet aldı. İbn-i Hâcib’in Kâfiyesini, mantıktan Îsâgûcî mukaddimesini, Sibeveyh’in eseri olan kitabın bir kısmını, Müterassıt, Şâfiiye ve bunlara benzer birçok eserleri okudu. Genç yaşında tefsîr, hadîs, fıkıh, nahiv, me’ânî, beyân, bedî’, lügat ve başka ilimlerde mütehassıs oldu. Kendisi bu konuda şöyle dedi: “Tefsîr, fıkıh, hadîs, nahiv, me’ânî, beyân ve bedî’ ilimlerinde derin âlimlerden oldum. Bu dereceme hocalarım yetişmemiştir. Yalnız üstadım Bülkînî’nin fıkıhdaki kudreti benden ziyâdedir.”

Onyedi yaşında iken, ilk olarak “Ecrûmiyye” üzerine nazım ve nesir olarak iki şerh yazdığı gibi, arkasından “Şerhu Latîf-il-istiâze vel-Besmele”, “Şerh-ül-havkale vel-haykale” ve iki eser daha yazdı. Hocası Alemüddîn Bülkînî’ye arz etti. Hocası da eserlerine takriz yazdı. Şeyhülislâm Bülkînî’nin yanında, onun vefâtına kadar kaldı. Onun yanında fıkıh ilmi ile meşgûl oldu. Onun vefâtından sonra, oğlundan fıkıh ilmini okumaya devam eti. Bülkînî’nin oğlundan, Bülkînî’nin yazdığı Tedrîb’in başından, vekâlet bahsine kadar okudu. Yine ondan Hâviy-i Sagîr’in evvelinden, Aded mevzûuna kadar, Minhâc’ın evvelinden zekât, Tenbîh adlı eserin evvelinden zekât bahsine yakın yerlere kadar Ravda kitabından bir miktar, Tekmiletü şerh-ıl-Minhâc’dan bir miktar, İhyâ-ül-mevât’dan Vesâyâ bahsine kadar okudu.

Şeyhülislâm Bülkînî’nin oğlu, 876 (m. 1471) senesinde, ona fetvâ ve ders okutması husûsunda icâzet verdi.

Şeyhülislâm Bülkînî’nin oğlu vefât edince, Süyûtî, Şeyhülislâm Şerefüddîn Münâvî’nin yanında ilim ile meşgûl olmaya başladı. Onun yanında Minhâc kitabından ders okudu. Behce şerhi, onun haşiyesi ve Beydâvî tefsîrinden verdiği ba’zı dersleri dinledi.

Hadîs-i şerîf ve Arabî ilimler için Allâme Takıyyüddîn Şiblî el-Hanefî’nin yanında dört sene kaldı. Şerhu Elfiyetü İbn-i Mâlik ve Cem’ul-Cevâmi’ ismindeki eserlerine takriz yazdı. Sözle ve yazı ile Süyûtî’nin ilimdeki yüksekliğini anlattı.

Allâme Muhyiddîn Kâfiyecî’nin yanında ilim öğrenmek için ondört sene kaldı. Ondan; tefsîr, usûl, Arabca, me’anî ve daha başka ilimleri öğrendi. Muhyiddîn Kâfiyecî ona icâzet verdi. Süyûtî, Seyfüddîn el-Hanefî’nin yanına giderek; tefsîr, Tevdîh haşiyesi Telhîs-ül-miftâh ve Adûd ismindeki eserleri okudu. Süyûtî, hacca gittiğinde, Zemzem suyunu içerken, birçok husûslar için, bu arada fıkıh ilminde Şeyh Sirâcüddîn Bülkînî’nin, hadîs ilminde hafız İbn-i Hacer’in mertebesine çıkmak için de niyet ettiğini söylemektedir. Süyûtî’nin icâzet aldığı diğer ba’zı hocaları şunlardır: Alemüddîn Sâlih-ül-Bülkînî. Şemsüddîn Hanefî, Tarsus kadısı Alâüddîn, Şeyh-ül-İslâm Şerefüddîn Ebî Zekeriyyâ, Yahyâ bin Muhammed Münâvî, Seyfeddîn Muhammed bin Muhammed Hanefî, Allâme Muhyiddîn Muhammed bin Süleymân Bergamî, Kâdı İzzüddîn Kinânî, Mecdüddîn İsmâil bin Sibâ’, Muhammed bin İbrâhim Şirvânî, Şeyh Takıyyüddîn bin Ebî Bekr Şâdî Haskefi, Şemsüddîn Muhammed bin Ahmed Yâfi, Takıyyüddîn Ahmed bin Kemâl Şümnî’dir. Hicaz, Haleb âlimlerinden ilim öğrenip, icâzet aldı.

Süyûtî. “Kitâb-üt-tehaddüs bi-ni’metillâh” adlı eserinin bir bölümünde, icâzet (diploma) aldığı hocaları hakkında şöyle der: “Ders halkasında hazır bulunduğum ve kendilerinden icâzet aldığım âlimler ile şu’arânın isimlerini bir yere topladığımda, bunların altıyüz kişiye ulaştığını anladım.”

Az zamanda şöhreti her yere yayılan Süyûtî’nin, derslerini sâdece talebeleri değil, müderrisler bile ta’kib ederdi. Tûlûn Câmii’nde fetvâ verirdi. Hadîs ve fetvâda tam uzman oldu. Süyûtî, çok kuvvetli bir Hâfızaya sahipti. Bir kitap ne kadar büyük olursa olsun, birkaç gün bakınca, içinden hangi mes’ele sorulsa, derhâl kaçıncı sahifenin kaçına satırında olduğunu haber verirdi. İkiyüzbin hadîs-i şerîfi ezberledi. Gençliğinde Şam, Hicaz, Yemen, Hindistan ve Sudan’a gitti. Mekke’de kaldı. Ayrıca Mısır’ın Dimyat, Feyyüm, İskenderiyye gibi yerlerinde bulundu.

Süyûtî, 877 (m. 1472) senesinde Şeyhûniyye Hânekâhı’nda (dergâhında) hadîs dersi verdi. 891 (m. 1486) senesinde Baybarsiyye Dergâhı şeyhliğine getirildi. Bu dönemde birçok eser yazdı. Uzunca bir süre kaldığı bu vazîfeden, 901 (m. 1495) senesinde ayrıldı. Son zamanlarını, Nil nehri ortasındaki adacıklardan biri olan er-Ravza’daki evinde eser yazmakla geçirdi. Sultan Gavri’nin teklif ettiği yeni vazîfeleri kabûl etmediği gibi, yine onun gönderdiği bin dinarı reddetti ve hediye ettiği köleyi de azâd etti. İlminin yanında, ahlâkı ve tevâzu’u ile herkesin sevgisini kazandı. Zâhirî ilimlerde yükseldiği gibi, tasavvufda da yüksek derecelere kavuştu. Eserlerine yazmış olduğu hadîs-i şerîflerin hepsini, Peygamberimize ( aleyhisselâm ) ma’nâ âleminde arzetmiş, Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) tasdikini aldıktan sonra eserlerine yazmıştır. Peygamber efendimizi ( aleyhisselâm ) uyanıkken yetmişbeş defa gördüğünü ve hadîs-i şerîfleri Peygamber efendimize ( aleyhisselâm ) sorduğunu, İmâm-ı Şa’rânî “Mîzân-ül-kübrâ” adlı eserinde şöyle bildirdi: “Kitap ve sünnetten anladıklarını kitaplarına geçirmeden ve onlarla ibâdet etmeden, herşeyi Resûlullahdan ( aleyhisselâm ) sorardı ve; “Yâ Resûlallah, biz bu âyetten böyle anladık, filân kimsenin bildirdiği şu hadîs-i şerîfinizden şöyle anladık. Siz bunu beğeniyor musunuz, beğenmiyor musunuz?” derlerdi. O’nun sözü ve işâreti ile amel ederdi.”

Süyûtî; İmâm, hafız (hadîs âlimi) ve şeyhülislâm idi. Kerâmetleri de görüldü. Ona hizmet eden Muhammed bin Habbâk anlatır: “Birgün kaylûle zamanında (öğleden az önce) hocam bana; “Bugün ikindi namazını Mekke-i mükerremede kılmak isteriz. Ama bunu ben ölünceye kadar kimseye söylemiyeceksin” buyurdu. Ben de; “Peki Efendim” dedim. Mısır’da bulunuyorduk. Elimi tuttu ve “Gözlerini yum” buyurdu. Yumdum. Tahminen yirmiyedi adım kadar yürüdük. “Gözlerini aç” buyurdu. Açtım. Bir de ne göreyim? Mekke’de, Muallâ kapısının yanında idik. Mü’minlerin annesi hazret-i Hadîce, Fudayl bin Iyâd, Süfyân bin Uyeyne ve başkalarının kabirlerini ziyâret edip, Mescid-i Harâm’a girdik. Kâ’be-i muazzamayı tavaf etti. Zemzem suyu içtik ve ikindi namazına kadar bekledik, İkindi namazını kıldık. Tekrar tavaf ettik. Zemzem suyu içtik ve sonra bana; “Kısa zamanda buraya gelmemizden ziyâde, buradaki mücavirlerden birinin Mısır’dan olup bizi tanımaması şaşılacak bir hâldir, istersen benimle gel, istersen hac zamanına kadar burada kal” dedi. Sizinle gelmek istiyorum dedim. Muallâ kapısına kadar yürüdük ve bana; “Gözlerini yum” buyurdu. Yumdum. Yedi adım kadar hızlı yürüdük. Sonra; “Gözlerini aç” dedi. Açtım. Mısır’da, hareket ettiğimiz yerde idik. Ömer Fârıd’ı ziyâret etti. Sonra Süyûtî, merkebine bindi. Tûlûn Câmii yanındaki evine gittik.”

Talebelerinden birisi, rü’yâda Resûlullah’ı ( aleyhisselâm ) gördü. Huzûrunda Süyûtî vardı ve O’na ba’zı hadîsleri soruyordu. Resûlullah ( aleyhisselâm ) ise ona: “Söyle ey Şeyh-üs-sünne” buyuruyordu. Kendisi de aynı rü’yâyı gördü ve Resûlullah ( aleyhisselâm ) ona; “Söyle ey Şeyh-ül-hadîs” buyurdu.

Talebesi Şeyh Abdülkâdir Şâzilî, Süyûtî’yi anlattığı kitabında der ki: “Birgün hocam buyurdu ki: “Uyanık hâlde Resûlullahı ( aleyhisselâm ) gördüm. Bana; “Ey Şeyh-ül-hadîs” diye hitâb eyledi. “Yâ Resûlallah, ben Cennet ehlinden miyim?” diye arz ettim. “Evet” buyurdu. “Hiç azâb görmeden mi?” dedim. “Senin için öyledir” buyurdu.

Abdülkâdir der ki, kendisine; “Resûlullahı ( aleyhisselâm ) uyanık olarak kaç defa gördünüz?” dedim. “Yetmişbeş defa gördüm” buyurdu.

Abdülvehhâb-ı Şa’rânî bildirdi: “Talebelerinden Abdülkâdir-i Şâzilî’nin yanında, Celâlüddîn-i Süyûtî’nin el yazısı ile yazılmış bir kâğıt gördüm. Kendisinden Sultan Kayıtbay katında birşey istiyen bir şahsa yazılmıştı. Şöyle diyordu: “Ey Kardeşim, bil ki, şu âna kadar, Resûlullah ( aleyhisselâm ) ile uyanık ve karşı karşıya olarak yetmişbeş defa bir arada bulundum. Devlet reîslerinin yanına gitmekle Resûlullahı ( aleyhisselâm ) görmiyeceğimden korkmasaydım, kaleye gider, Sultân’ın katında elbette sana yardımcı olurdum. Ben, Resûlullahın ( aleyhisselâm ) hadîslerine hizmet edici biriyim. Muhaddislerin bildirdikleri hadîsleri O’na arzederim. O’na muhtâcım. Şüphesiz bunun faydası, sana faydalı olmaktan daha çoktur. Kardeşim!”

Süyûtî, kimseden ihsân ve hediye taleb ve kabûl etmedi. Geçim sıkıntısı çektiği günlerde bile, hayli zengin olduğu belirtilen kütüphânesindeki kitaplarından ba’zılarını satmayı tercih edip, hiç hediye kabûl etmedi. Vefâtından sonra terekesini kaydetmek üzere Sultan Gavri’den izin istenildiğinde şu cevap alındı: “Süyûtî hayatta iken bizden birşey aldı mı ki, biz de onun terekesine el koyalım?” Altmışbir sene on ay onsekiz gün ömür süren Süyûtî, içlerinde ba’zısı cildler hâlinde olmak üzere, altıyüze yakın eser yazdı. Hayat ve ilmin bütün tezahürleri üzerinde kalem oynatmadığı mevzû hemen hemen kalmadı. Ondört ilim şû’besi üzerine eserler yazdı. Daha yirmiiki yaşında iken, Celâlüddîn Muhammed bin Ahmed Mısrî’nin İsrâ sûresine kadar yaptığı ve 864 (m. 1459) senesinde vefât edince yarıda bıraktığı tefsîri tamamladı. Bunun için, bu esere iki Celâl ma’nâsında (Celâleyn Tefsîri) denildi. Almanca (Maier Lexicon) kitabında; “Yorulmadan, yılmadan yazan Süyûtî’nin üçyüzden fazla eseri vardır” diyor ve birkaçını bildiriyor. Tefsîr, hadîs, fıkıh, târih, ahlâk ve tıb kitapları çok kıymetlidir. Kitapları okumakla bitmez. Eserlerinden ba’zıları şunlardır:

Tefsîr ve Kur’ân-ı kerîme dâir eserlerinden ba’zıları: 1-Ed-Dürr-ül-mensûr fit-tefsîril-me’sûr (oniki cild), 2- Et-Tefsîr-ül-müsned (Tercümân-ül-Kur’ân beş cild), 3- El-İtkân fî ulûm-il-Kur’ân, 4- El-İklîl fî istinbât-it-tenzîl, 5- Lübâb-ün-nükûl fî esbâb-in-nüzûl, 6- En-Nâsih vel-mensûh fil-Kur’ân, 7- Müfhemât-ül-akrân fî mübhemât-il-Kur’ân, 8- Esrâr-üt-tenzîl, 9- Tekmilet-üt-tefsîr-iş-Şeyh Celâlüddîn Mahallî, 10- Tenâsük-üd-dürer fî tenâsüb-is-Süver, 11- Haşiye alâ tefsîr-il-Beydâvî Nevâhıd-ül-ebkâr ve şevârıd-ül-efkâr (dört cild), 12- Et-Tahbîr fî ilm-it-tefsîr, 13- Mu’terik-ül-akrân fî müşterik-ül-Kur’ân, 14-El-Mühezzeb fî mâ vakaa fil-Kur’ân min-el-mu’reb, 15- Hamâyil-üz-züher fî fedâil-is-süver, 16- Mîzân-ül-mu’addile fî şe’n-il-Besmele, 17-Şerh-ül-istiâze, 18- Feth-ül-Celîl lil-Abdi zelîl, 19- El-Meân-id-dakika fî idrâk-il-Hakîka, 20- El-Yed-ül-Büstâ fî ta’yin-is-Salât-il-vüstâ, 21- Def-ut-teâssüf an ihveti Yûsuf, 22- İtmâm-ün-ni’me, 23- El-Celîl-ül-vesîk fî nusret-is-Sıddîk, 24- El-Fevâyid-ül-Bârize vel-Kâfiye, 25- El-Muharrer, 26-Meydân-ül-fürsân fî Şevâhid-ül-Kur’ân, 27- Mecâz-ül-Fürsân ilâ mecâz-il-Kur’ân, 28- Şerh-uş-Şâtıbiyye, 29- Ed-Dürr-ün-nesîr fî kırâati İbn-i Kesîr, 30- Müntekâ min tefsîr, 31- Mün-tekâ min tefsîri Abdürrezzâk, 32- Müntekâ min tefsîri Ebî Hâtem, 33-El-Kavl-ül-fasîh fî ta’yîn-iz-zebîh, 34-El-Kelâm alâ evveli sûret-il-Feth.

Hadîs ilmine dâir eserlerinden ba’zıları: 1- Et-Terşîh alâ Câmi’is-sahîh, 2-Ed-Dîbâc alâ Sahîh-i Müslim bin Haccâc, 3- Kuvvet-ül-Muktezî alâ câmi’ it-Tirmizî, 4-Mirkât-üs-Sü’ûd ilâ Sünen-i Ebî Dâvûd, 5- Misbâh-üz-zücâce alâ Sünen-i İbn-i Mâce, 6- Zehr-ur-Ribâ alel-müctebâ, 7- Esâf-ül-Mibtâ’ bi ricâl-il-Muvatta’, 8- Tenvîr-ül-Havâlik alâ Muvatta’ Mâlik, 9- Eş-Şâfiî alâ müsned-iş-Şâfî, 10- Zehr-ül-Hamâyil aleş-Şemâyil, 11- Et-Ta’lîkât-ül-münîfe alâ Müsned-i Ebî Hanîfe, 12- Münteh-il-a’mâl, 13- El-Mu’cizât vel-Hasâyis, 14- Şerh-us-Sudûr bi şerhi hâl-il-mevtâ vel-Kubûr, 15-El-Fevz-ül-azîm, 16-Büsrâl Keyîyb, 17- El-Büdûr-üs-Sâfira an umûr-il-âhire, 18- Dürer-ül-Bihâr fil-ehâdîs-il-Kısâr, 19- Câmi’us-Sagîr min Hadîs-il-Beşîr, 20- Ziyâdet-ül-Câmi’ us-Sagîr, 21- Cem’ul-cevâmi’ fil ehâdîs, 22-Bedî’us-Sun’, 23- Lemm-ül-etrâf ve damm-ül-etrâf, 24- El-Mirkât-ül-aliyye, 25- Erriyâd-ül-enîka, 26- Nehcet-üs-seriyye fil-esmâ-in-Nebeviyye.

Hadîs ıstılâhına dâir eserlerinden ba’zıları: 1- Tedrib-ür-râvî fî şerhi takrib-in-Nevevî, 2- Şerhu Elfiyet-il-Irâkî, 3- Nazm-üd-dürer fî ilm-il-eser, 4-Et-Tezhîb fiz-Zevâyid, 5-Lübb-ül-lübâb fî tahrîr-il-evsâb, 6- El-medrec ilel-medrec, 7- Tezkire, 8- Keşf-üt-telbîs, 9-Hüsn-üt-tahlîs, 10- Cüz’ fî esmâ-il-müdellisîn, 11- Ayn-ül-Isâbe fî ma’rifet-is-Sehâbe, 12- Dürr-üs-Sehâbe, 13- Muhtasaru Nihâye, 14- Et-Tezyîl vet-teznîb, 15- Zevâyid-ül-lisân, 16-Şedd-ür-Rihâl fî dabt-ir-ricâl, 17- Et-Tenkîh.

Fıkıh ilmine dâir eserlerinden ba’zıları: 1- Şerh-ut-Tenbîh, 2- Muhtasar-üt-Tenbîh (El-Vâfi), 3- Dekâik-ül-esbâh ven- nezâir, 4- El-Ezhâr-ül-Fıdda fî havâşî Ravda, 5- Muhtasar-ur-Ravda 6- El-yenbû’, 7- Nazm-ür-Ravda, 8- Def-ül-hasâsa, 9- Muhtasar-ül-hâdim, 10-El-Azb-ül-silsil, 11- Şevârid-ül-fevâyid, 12- El-İbtihâc fî nazm-il-Minhâc, 13-Muhtasar-ül-Ahkâm-üs-Sultâniyye, 14- El-Levâmî’ vel-bevârik, 15- El-Fetâvâ, 16- Tuhfet-ün-nâsik, 17- El-Kazâzetü fî mahalli tahkîk-il-istiâze, 18- El-Fevâyid-ül-mümtâze fî salât-il-cenâze, 19- İzâlet-ül-vehn an mes’elet-ir-rehn, 20- Bezl-ül-himme fî talebi berâet-iz-zimme, 21- Keşf-üs-Sabâbe fî mes’elet-il-istinâbe, 22- El-Mebâhis-üz-zekiyye, 23- Ez-Zehr-ül-bâsim, 24-Husn-üt-tasrîf, 25- Seyf-ün-nazzâr, 26-Şerh-ur-râciyye.

Usûl-i fıkh, kelâm ve tasavvufa dâir eserlerinden ba’zıları: 1- El-Kevkeb-üs-sâtı’, 2- Şerh-ül-Kevkeb-il-Vikâd, 3- Teşbîd-ül-erkân, 4-Te’yîd-ül-hakîka, 5- Tenzîh-ül-i’tikâd anil-hulûli vel-ittihâd, 6- El-Levâmî’ul-müşrika, 7- El-Münceli fî tetavvur-il-velî, 8- Tenvîr-ül-Haleb fî imkâni rü’yet-in-Nebiyyi vel-melek, 9- Cehd-ül-Kariha, 10- Nasîhatü ehl-il-Îmân fir-reddi alâ mantık-il-Yunân Libni-Teymiyye, 11- El-Berk-ül-vâmid, 12-Reful-esâ alen-Nisâ, 13- El-Lafz-ül-Cevherî, 14- Tuhfet-ül-Lülesâ, 15-En-Nüket-ül-Levâmî’.

Lügat, nahiv ve sarfa dâir eserlerinden ba’zıları: 1- El-Müzhîr fî ulûm-il-lüga, 2- Gâyet-ül-ihsân fî hall-il-insân, 3- El-ifsâh fî esmâ-in-nikâh, 4- Dav-ül-misbâh, 5- El-Elmâ’ fıl-ittibâ’, 6- El-ifsâh fî zevâyid-il-Kâmûs, 7-Cem’ul-Cevâmi’ fin-Nahv, 8- Şerhu Elfiye İbn-i Mâlik, 9- El-Feride, 10- El-Metâli’us-saîde, 11- El-Eşbâh ven-Nezâir, 12- El-Feth-ül-karîb, 13- Şerhu Şevâhid mugn-il-lebîb, 14- El-İktirâh fî usûl-in-Nahv, 15- Et-Tevşîh, 16- Et-Tâc fî i’râb, 17- Dürr-üt-Tâc, 18- Şerhu Kasîdet-il-Kâfiye fit-Tasrîf, 19- Ta’rîf-ül-a’cem bi hurüf-il-mu’cem, 20- Eş-Şumat-ül-mudıyye, 21- Katr-ün-nedâ fî vürûd-il-hemzeti, 22- El-Kavl-ül-mücmel, 23- El-Ahbâr-ül-merviyye, 24-Tuhfet-ün-nücebâ, 25- Es-Sübût fî dabt-il-kunût.

Me’ânî, beyân, bedî’ ilimlerine dâir eserlerinden ba’zıları: 1- Elfiye ukûd-ül-cemân fil-me’ânî vel-beyân, 2- Hall-ül-ukûd, 3- En-Nüketü alâ telhîs-il-miftâh, 4- El-Bedî’iyye, 5- El-Cem’u vet-tefrik, 6- Et-Tahsîs fî Şevâhid-it-Telhîs.

Edebiyata dâir eserlerinden ba’zıları: 1- El-Visâh fî fevâyid-in-nikâh, 2- El-Yevâkit, 3- Şâyık-ül-etrenc, 4- Ref u Şâh-il-Habeşân, 5- Ezhâr-ül-urûş fî ahbâr-il-cüyûş, 6- El-Muhâdarât, 7-Dürer-ül-kilem, 8- El-makâmât-ül-mecmûa.

Târihe dâir eserlerinden ba’zıları: 1-Tabakât-ül-Huffâz, 2- Tabakât-ül-lügaviyyîn ven-Nühât, 3- El-Vecîz, 4-Tabakât-ül-müfessirîn, 5- Hüsn-ül-muhâdara, 6- Deful-bâs an benil Abbâs, 7- Eş-Şemârîh fî ilm-it-Tevârîh, 8- Mu’cem, 9- Nazm-ül-itkân fî a’bân-il-a’yân, 10- Tercümet-ün-Nevevî, 11- Et-Tehâddüs bi ni’metillâh, 12-El-Mültekit min-ed-Dürr-ül-kâmine, 13-El-Mültekit, 14- Cüz’ fî Câmii Amr ( radıyallahü anh ), 15- Cüz’ fî Câmii bin Tûlûn, 16-Cüz’ fil-medreset-is-Sâlihiyye, 17- Cüz’ fil-Hânekâh-il-Baybarsiyye, 18- Cüz’ fîl-Hânekâh-ış-Şeyhûniyye, 19- Cüz’ Ahbâr Esyût, 20- El-meknûn fî tercümeli Zinnûn, 21- Tuhfet-ül-kirâm fî ahbâr-il-Ehrâm, 22-Tebyîd-üs-sahife bi menâkıb-il-İmâmı. Ebî Hanîfe, 23-Tezyîn-ül-memâlik bi Menâkıb-i İmâm-ı Mâlik.

Hasâis-ül-kübrâ adlı eserinden ba’zı bölümler:

“İbn-i Asâkir, Ka’b-ül-Ahbar’dan şöyle nakletti: Âdem aleyhisselâm, oğlu Şist aleyhisselâma; “Ey oğlum! Benden sonra halîfemsin. Allahü teâlâyı ne zaman zikredersen, anarsan, O’nunla beraber Muhammed aleyhisselâmın ismini de söyle. Çünkü O’nun ismini, ben rûh ve beden arasında iken Arş’ın altında gördüm. Sonra semâları dolaştım. Semânın her tarafında O’nun isminin yazılı olduğunu gördüm. Rabbim beni Cennette bulundurdu. Cennette gördüğüm her saray ve her odada Muhammed aleyhisselârnın isminin yazılı olduğunu gördüm. Yine O’nun isminin, hûrîlerin boyunlarında, Cennet kalelerinde, Tûbâ ağacının yapraklarında, Sidret-ül-müntehâ yapraklarında, meleklerin gözleri arasında, yazılı olarak gördüm. Onun için Muhammed aleyhisselâmın ismini çok an. Çünkü melekler O’ndan her an bahsederler” dedi.

İbn-i Asâkir’in Hazreti Ali’den rivâyet ettiği hadîs-i şerîfte, Resûl-i ekrem ( aleyhisselâm ) buyurdu ki: “Mi’râc gecesi Arş’da “La ilahe illallah Muhammedürresûlullah, Ebû Bekr-i Sıddîk, Ömer-ül-Fârûk, Osmân-ı Zinnûreyn” yazılı olarak gördüm.”

İbn-i Asâkir’in Enes bin Mâlik’den ( radıyallahü anh ) rivâyet ettiği hadîs-i şerîfte de Resûl-i ekrem ( aleyhisselâm ) buyurdu ki: “Mi’râc gecesi Arş’ın altında “La ilahe illallah Muhammedürresûlullah. O’nu Ali ile te’yid ettim” yazılı idi.”

İrbâd bin Sâriye’nin ( radıyallahü anh ) rivâyet ettiği hadîs-i şerîfte, Resûlullah efendimiz ( aleyhisselâm ) buyurdu ki: “Ben, babam İbrâhim’in duâsı, Îsâ aleyhisselâmın müjdelediği peygamberim.”

İbn-i Sa’d, İbn-i Abbâs’dan ( radıyallahü anh ) şöyle rivâyet etti: İbrâhim aleyhisselâm, Hacer vâlidemizi götürmekle me’mur olunca, onu Burak’a bindirdi. Ne zaman bir ovaya veya güzel bir yere varsa, Cebrâil aleyhisselâma; “Ey Cebrâil, buraya konayım mı?” diye sordu. Cebrâil (aleyhisselâm); “Hayır, Mekke-i mükerremeye varıncaya kadar durmıyacaksın. Mekke-i mükerremeye varınca, Cebrâil aleyhisselâm; “Buraya kon, ey İbrâhim!” dedi. İbrâhim aleyhisselâm; “Zirâat olmıyan bu yere mi?” diye sordu. Cebrâil aleyhisselâm; “Evet buraya konacaksın. Burada, senin zürriyetinden ümmî bir peygamber çıkar” dedi.

İbn-i Asâkir, Fültân bin Âsım’ın şöyle anlattığını nakletti: “Resûl-i ekrem ( aleyhisselâm ) ile beraber idik. Bu sırada Resûlullah efendimizin ( aleyhisselâm ) yanına birisi geldi. Resûl-i ekrem ( aleyhisselâm ) ona: “Sen Tevrat okur musun?” buyurdu. O şahıs; “Evet” dedi. “İncîl okur musun?” buyurdu. O şahıs yine, “Evet” dedi. Sonra Resûlullah ( aleyhisselâm ) ona; “Allah aşkına, Tevrat ve İncîl’de beni görüyor musun?” (Okuyor musun?)” buyurdu. O şahıs; “Senin sıfatını, hey’etini, memleketinden çıkarılışının aynısını orada okuyoruz. Fakat biz, Tevrat ve İncîl’de bildirilen Peygamberin bizden çıkacağını ümid ediyorduk. Sen Peygamber olarak çıkınca, senin Tevrat ve İncîl’de bildirilen Peygamber olmandan korktuk. Fakat neticede, o müjdelenen Peygamberin sen olduğunu gördük” dedi.

Ebû Nuaym, Hilvet-ül-evliyâ kitabında, Enes bin Mâlik’den ( radıyallahü anh ) şöyle nakletti: Resûl-i ekrem ( aleyhisselâm ) buyurdu ki: “Allahü teâlâ, Mûsâ aleyhisselâma şöyle vahy etti: “Kim Ahmed’i inkâr ettiği hâlde bana kavuşursa, onu Cehenneme atarım.” Mûsâ aleyhisselâm; “Yâ Rabbî, Ahmed kimdir?” diye sordu. Allahü teâlâ; “O’ndan daha üstün birisini yaratmadım. Gökleri ve yeri yaratmadan önce, Arş’a O’nun ismini, ismimle beraber yazdım. O ve ümmeti girmedikçe, bütün mahlûkâtıma Cenneti haram kıldım” buyurdu. Mûsâ aleyhisselâm; “O’nun ümmeti kimdir?” diye sorunca, Allahü teâlâ; “Onlar her hâllerinde Allahü teâlâya çok hamd ederler. Etrâflarını temizlerler. Gündüz oruç tutarlar, geceleyin ibâdetle meşgûl olurlar. Onlardan az birşeyi de kabûl ederim. Kelime-i şehâdeti söylemeleri ile onları Cennete koyarım” buyurdu. Bunun üzerine Mûsâ aleyhisselâm; “(Yâ Rabbî!) Beni o ümmetin peygamberi kıl” dedi. O zaman Allahü teâlâ; “Peygamberleri onlardandır” buyurdu. Mûsâ aleyhisselâm; “O zaman beni O peygamberin ümmetinden kıl” dedi. Allahü teâlâ; “Sen önce, O sonra getirildi. Fakat âhırette sizi bir araya getireceğim” buyurdu.

İbn-i Asâkir şöyle bildirdi: “Ömer bin Hattâb ( radıyallahü anh ) Kâ’b-ül-Ahbâr’a ( radıyallahü anh ); “Bana dünyâya teşrîflerinden önce Resûlullah’ın ( aleyhisselâm ) faziletlerinden bahset” buyurdu. Ka’b-ül-Ahbâr ( radıyallahü anh ) şöyle anlattı: “Okuduğuma göre, İbrâhim aleyhisselâm, üzerinde dört satır yazılı bir taş buldu. Birinci satırda: “Ben Allahım. Benden başka ilâh yoktur, öylese bana ibâdet ediniz.” ikinci satırda; “Ben Allahım. Benden başka ilâh yoktur. Muhammed (aleyhisselâm) benim resûlümdür. Ona îmân edip tâbi olana ne mutlu.” Üçüncü satırda; “Ben Allahım. Benden başka ilâh yoktur. Benim yoluma sarılan kurtulur.” Dördüncü satırda ise; “Ben Allahım. Benden başka ilâh yoktur. Harem benimdir. Kâ’be beytimdir. Benim beytime (evime) giren azâbımdan kurtulur” yazılı idi.”

Ebû Nuâym’ın İbn-i Abbâs’dan rivâyet ettiği hadîs-i şerîfte, Resûl-i ekrem ( aleyhisselâm ) buyurdu ki: “Allahü teâlâ beni temiz sulblerden, temiz rahimlere nakletti. Ben iki kabilenin en hayırlısında bulundum.”

Ebü’l-Fadl İbni Hacer, Buhârî şerhinde şöyle yazmaktadır “Resûlullah efendimiz ( aleyhisselâm ) ilk doğduğunda konuştu. İbn-i Seb’, Hasâis adlı eserinde şöyle demektedir. “Resûl-i ekremin ( aleyhisselâm ) beşiğini melekler sallardı. Resûlullahın ( aleyhisselâm ) ilk konuşması “Allahü ekber kebîran velhamdülillahi kesîran” oldu.

Câbir bin Semrete buyurdu ki: “Resûlullahın ( aleyhisselâm ) iki omuzu arasında güvercin yumurtası büyüklüğünde peygamberlik mührünü gördüm.”

Hazreti Âişe buyurdu ki: “Resûlullah ( aleyhisselâm ), aydınlıkta gördüğü gibi, karanlıkta da görüyordu.”

“Ebû Hüreyre’nin ( radıyallahü anh ) rivâyet ettiği hadîs-i şerîfte, Resûlullah efendimiz ( aleyhisselâm ) buyurdu ki: “Vallahi, bana sizin rükû’nuz da, secdeniz de gizli değildir. Şüphesiz ben, arkamdan da sizi görürüm.”

Enes bin Mâlik’in ( radıyallahü anh ) rivâyet ettiği hadîs-i şerîfte, Resûl-i ekrem ( aleyhisselâm ) buyurdu ki: “Ey insanlar! Ben sizin İmâmınızım. Benden önce rükû’ ve secdeye gitmeyiniz. Çünkü ben sizi, önden de, arkadan da görürüm.”

Vâilî bin Hacer anlattı: “Resûlullah ( aleyhisselâm ) bir kova su getirdi ve o kovadan su içti. Sonra mübârek ağzından kuyuya döktü. Bunun üzerine, kuyunun suyu misk gibi kokmaya başladı.”

Amr bin Şuayb’ın dedesi şöyle anlattı: Birgün Resûl-i ekreme ( aleyhisselâm ); “Ey Allahın Resûlü! Müsâade buyurur musun, senden duyduklarımı yazayım?” dedi. Resûlullah ( aleyhisselâm ); “Evet (yaz)” buyurdu. Sonra; “Rızâ ve gazâb hâlinizde de olsa yine yazayım mı?” dedim. “Evet (Yaz). Çünkü, rızâ hâlinde de olsa, gazâb hâlinde de olsa, sadece hak olanı söylerim” buyurdu.

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Mu’cem-ül-müellifîn cild-5, sh. 128

2) Şezerât-üz-zeheb cild-8, sh. 51

3) Ed-Dav-ül-lâmi’ cild-4, sh. 65

4) Esmâ-ül-müellifîn cild-1, sh. 534, 544

5) Câmi’u kerâmât-il-evliyâ cild-2, sh. 62

6) Tabakât-ül-usûliyyîn cild-3, sh. 65

7) Keşf-üz-zünûn cild-1, sh. 5, 10, 16, 85, 119, 251, cild-2, sh. 1009, 1107, 1253

8) İzâh-ül-meknûn cild-1, sh. 191, 220, 278, 579 cild-2, sh. 47, 465, 624, 627

9) Mingana: Catalagus of arabic manuscripte sh. 298, 400

10) Les Manuscrits arebes de I’Escurial cild-3, sh. 127, 309

11) De Slane: Catalagus des manuscrits arabes cild-1, sh. 148

12) Ahwardt: Verzeichniss der arabischen Handschriften cild-1, sh. 158, cild-2, sh. 461

13) Brockelmann Gal-2, sh. 143, 158

14) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh. 1070

15) Rehber Ansiklopedisi cild-16, sh. 24

16) Eshâb-ı Kirâm sh. 392

17) İslâm Ahlâkı sh. 123

18) Kıyâmet ve Âhıret sh. 23

19) Fâideli Bilgiler sh. 312, 416

20) Mektûbât-ı İmâm-ı Rabbânî sh. 540

21) Meşâhir-ül-İslâm, Süleymâniye Kütüphânesi Hâmid Vehbi kısmı. No: 1423

22) Hasâis-ül-kübrâ

23) Nüzûl-i Îsâ bin Meryem Âhır-ez-zemân


SÜYÛTÎ

Kategori içindeki yazılar: HİCRÎ 10.ASIR ÂLİMLERİ