Hadîs ve Şafiî mezhebi fıkıh âlimi. İsmi, Muhammed bin Abdullah el-Hatîbî et-Tebrîzî olup, künyesi Ebû Abdullah’dır. Lakabı ise Veliyyüddîn’dir. Doğum târihi bilinmemektedir. 749 (m. 1347) senesinde vefât etti.
Hayatı hakkında fazla bir bilgi olmayan Veliyyüddîn Tebrîzî, Hasen bin Muhammed Tayyibî’den ilim öğrendi. Velîyyüddîn Tebrîzî, İmâm-ı Begavî’nin “Mesâbîh” kitabına ek ve açıklamalar yaparak, “Mişkât-ül-mesâbîh” adını verdi. Bu kitabını 737 (m. 1336) senesinde tamamladı. Mişkât kitabına çok çeşitli şerhler yapılmıştır. Bunların en kıymetlisi, Abdülhak-ı Dehlevî’nin yapmış olduğu “Eşi’at-ül-lemeât’dır. Dört büyük cild hâlinde basılmıştır. Veliyyüddîn Tebrîzî’nin ayrıca “El-İkmâl fî esmâ-ir-ricâl” adlı bir eseri daha vardır. Miskât’ın kenarında basılmıştır.
Veliyyüddîn Tebrizi’nin, Miskât kitabında rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden ba’zıları şunlardır:
“İnsanlara merhamet etmeyene, Allahü teâlâ merhamet etmez.”
“Zulme mâni olarak, zâlime de mazlûma da yardım ediniz.”
“Satın alınan bir gömleğe verilen paranın onda dokuzu helâl ve onda biri haram para ise, bu gömlekle kılınan namazı Allahü teâlâ kabûl etmez.”
“Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona zulm etmez. Onun yardımına koşar. Onu küçük ve kendinden aşağı görmez. Onun kanına, malına, ırzına, namusuna zarar vermesi haramdır.”
“Allahü teâlâya yemîn ederim ki, bir kimse kendisine yapılmasını sevdiğini, din kardeşi için de sevmedikçe, îmânı tamâm olmaz.”
“Kötülüğünden komşusu emîn olmıyanın, Allaha yemîn ederim ki imânı yoktur.”
“Kalbinde merhameti olmıyanın, îmânı yoktur.”
“İnsanlara merhamet edene, Allah merhamet eder.”
“Küçüklerimize acımıyan ve büyüklerimize saygılı olmıyan, bizden değildir.”
“İhtiyarlara saygı gösteren ve yardım eden, ihtiyârlayınca, Allah ona da yardımcılar nasîb eder.”
“Allahın sevdiği ev, yetim bulundurulan ve ona iyilik yapılan evdir.”
“Yanında birini gıybet edeni susturan kimseye, Allahü teâlâ dünyâda ve âhırette yardım eder. Gücü yeterken susturmazsa, Allahü teâlâ onu dünyâda ve âhırette cezalandırır.”
“Din kardeşinin ayıbını, utanç verici hâlini görüp de bunu örten gizleyen kimse, İslâmiyetten önce Arabların yaptıkları gibi, diri gömülen kızı mezardan çıkarmış, ölümden kurtarmış gibidir.”
“İki arkadaştan Allah indinde daha iyi olanı, arkadışına iyiliği daha çok olanıdır.”
“Birinin iyi veya kötü olduğu, komşularının onu beğenip beğenmemesi ile anlaşılır.”
“Çok namaz kılan, çok oruç tutan, çok sadaka veren, fakat dili ile komşularını incitenin gideceği yer Cehennemdir. Namazı, orucu sadakası az olup, dili ile komşularını incitmeyenin yeri Cennettir.”
“Allah dünyalığı, dostlarına da, düşmanlarına da vermiştir. Güzel ahlâkı ise, yalnız sevdiklerine vermiştir.”
“Bir kimsenin ırzına, malına saldıranın sevâbları, kıyâmet günü o kimseye verilir, ibâdetleri, iyilikleri yoksa, o kimsenin günahları buna verilir.”
“Allahü teâlâ indinde günahların en büyüğü, kötü huylu olmaktır.”
“Bir kimse, sevmediği birisine belâ, sıkıntı geldiği için sevinirse, Allah, bu kimseye de bu belâyı verir.”
“Hased etmeyiniz! Ateş odunu yok ettiği gibi, hased de sevâbları giderir.”
“İyi huylu, dünyâda ve âhırette iyiliklere kavuşacaktır.”
“Allahü teâlâ, dünyâda güzel sûret ve iyi huy ihsân ettiği kulunu, âhırette Cehenneme sokmaz.”
Peygamber efendimiz ( aleyhisselâm ) Ebû Hüreyre’ye “İyi huylu ol” buyurdu. “İyi huy nedir?” deyince; “Senden uzaklaşana yaklaşıp nasihat et ve sana zulmedeni affet. Malını, ilmini, yardımını senden esirgeyene, bunları bol bol ver!” buyurdu.
“Kibirden, hıyânetten ve borçtan temiz olarak ölen kimsenin gideceği yer Cennettir.”
“Zevcelerinizi döğmeyiniz! Onlar, sizin köleniz değildir.”
“Allah indinde en iyiniz, zevcesine karşı en iyi olanınızdır. Zevcesine karşı en iyi olanınız benim.”
“Îmânı üstün olanınız, huyu daha güzel ve zevcesine daha yumuşak olanınızdır.”
“İki kişi mescide gelip namaz kıldılar. Kendilerine birşey ikram edildi. Oruçlu olduklarını söylediler. Bir süre konuştuktan sonra kalkıp giderlerken, Resûl-i ekrem ( aleyhisselâm ) bunlara; “Namazlarınızı tekrar kılınız ve oruçlarınızı tekrar tutunuz. Çünkü konuşurken bir kimseyi gıybet ettiniz. Gıybet etmek, ibâdetlerin sevâbını giderir” buyurdu.
Enes bin Mâlik’in rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:“Kıyâmet günü insanlar Arasat’ta toplanır. Bir kısmı, diğerlerinin üzerine dalga gibi vurur, birbirlerine karışırlar. Mahşer halkı hep birden, Âdem aleyhisselâma gelirler. “Rabbinden bizim için şefaat dile!” derler. Âdem (aleyhisselâm); “Ben şefaate izinli değilim, İbrâhim aleyhisselâma gidiniz. O, Allahü teâlânın Halîlidir” der. İnsanlar ona gelirler. O da; “Ben şefaate izinli değilim. Mûsâ aleyhisselâma gidiniz. O, Kelîmullahtır” der. Ona gelirler, o da; “Ben de şefaat edemem, Îsâ aleyhisselâma gidiniz. O, Rûhullahtır” der. Ona giderler, o da; “Ben şefaate izinli değilim. Muhammed aleyhisselâma gidiniz. O, Habîbullahtır” der. Mahşer halkı bana gelirler. Ben; “Şefaat ederim” derim. Şefaat etmek için Rabbimden izin isterim, izin verilir. Hak teâlânın bana bildireceği hamdler ile hamd ederim. Şimdi o hamdler hafızamda yoktur. Sonra yere kapanır, secde ederim. Hak teâlâ bana; “Yâ Muhammed! Şefaat et, kabûl olunur” buyurur. Ben; “Yâ Rabbî! Ümmetime rahmet et, onlara merhamet et” ma’nâsına gelen; “Ümmeti, Ümmeti” derim, (iki kere buyurması, te’kid için veya nidâ içindir ki, ümmeti kendisine yaklaşsınlar, ateşten korunsunlar. Zîrâ nûr-i şerîfleri ateşi söndürür.) Sonra bana; “Yâ Muhammed! Var, kalbinde arpa danesi kadar îmânı olanı ateşten çıkar” buyurulur. Ben de gider, kimin kalbinde arpa dânesi kadar îmânı varsa, ateşten çıkarır geriye dönerim. Yine o hamdler ile hamd ederim ve secde ederim. Yine bana; “Yâ Muhammed! Söyle işitilir, iste, verilir. Şefaat et, kabûl olunur” buyurulur. Ben; “Yâ Rabbî! Ümmetime rahmet et” derim. O zaman “Kalbinde zerre kadar veya hardal dânesi kadar îmânı olanları ateşten çıkar” buyurulur. Giderim, kalbinde zerre kadar îmânı olanları ateşten çıkarırım. Yine dönerim. Secdeye varır, niyaz ederim. “Git, kalbinde hardal tanesinden de çok az îmânı olanları da ateşten çıkar” buyurulur. Gider, böyle îmânı olanları da ateşten çıkarırım. Dördüncü defa da Rabbimden, Lâ ilahe illallah diyenlere de şefaat etmemi isterim. Allahü teâlâ; “Onları ateşten çıkarmak senin üzerine değildir. Fakat, izzetim, Celâlim, Kibriyâm hakkı için, onları elbette ateşten çıkarırım” buyurur.”
Ebû Hüreyre ( radıyallahü anh ) haber veriyor. Resûlullahın ( aleyhisselâm ) yanına biri geldi.
“Ensârdan bir kız ile evlenmek istiyorum” dedi. Resûl-i ekrem ( aleyhisselâm ) ona; “Kızı (bir kere) gör! Çünkü, Ensâr kabilesinin gözlerinde birşey vardır” buyurdu.
“Kadınlar, görüştükleri kadınların güzelliklerini, iyiliklerini, zevclerine anlatmasınlar. Zevcleri, o kadınları görmüş gibi olurlar.”
“Yâ Ali! Bir kadını görürsen, yüzünü ondan ayır. Ona tekrar bakma! Ansızın görmek, günah olmaz ise de, tekrar bakmak günah olur.”
“Avret yerinizi açmayınız! (Ya’nî, yalnız iken de açmayınız.) Çünkü, yanınızdan hiç ayrılmayan kimseler vardır. Onlardan utanınız ve onlara saygılı olunuz! (Bu kimseler, Hafaza denilen meleklerdir ki, insandan yalnız halâda ve cimâ’da ayrılırlar.)”
“Bir kızın güzelliğini gören kimse, gözünü ondan hemen ayırırsa, Allahü teâlâ ona yeni bir ibâdet sevâbı ihsân eder ki, bu ibâdetin lezzetini hemen duyar.”
“Allahü teâlâ, kuluna verdiği ni’metleri görmeyi sever.”
Câbir bin Abdullah ( radıyallahü anh ) diyor ki:
Resûlullah ( aleyhisselâm ) bize geldi. Evde saçları dağınık biri vardı. Bunu görünce; “Bu, saçlarını düzeltecek birşey bulamamış mı?” buyurdu. Elbisesi kirli birini de görünce; “Elbisesini yıkayacak birşeyiyok mu?” buyurdu”
Tabiînden Ebü’l-Ahves, babasından haber veriyor. Resûlullahın ( aleyhisselâm ) yanına gittim. Elbisem eskimiş idi. “Malın yok mu?” buyurdu. “Malım var” dedim. “Ne cinsden malın var?” buyurdu. “Her cinsden var”, dedim. “Allahü teâlâ mal verince, ni’metlerin eserini üzerinde görmelidir!” buyurdu.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) El-A’lâm cild-6, sh. 234
2) Mu’cem-ül-müellifîn cild-10, sh. 211
3) Mu’cem-ül-matbû’ât sh. 627
4) Keşf-üz-zünûn cild-2, sh. 1699
5) Brockelmann Gal-2, sh. 195; Sup-2, sh. 262
6) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh. 187, 409, 1041
7) Herkese Lâzım Olan Îmân sh. 115
VELİYYÜDDÎN TEBRÎZÎ