Kütahya’da yetişen âlimlerden. 750 (m. 1349) yılından önce doğduğu tahmin edilen İshak Fakîh’in, doğum yeri ve hayâtı hakkında pek az ma’lûmât vardır. Lakabı Cemâleddîn’dir. Babasının adı Hacı Halîl Hayrullah’dır. 825 (m. 1422) yılından sonra Kütahya’da vefât edip, kendi yaptırdığı medrese ve câminin yanındaki türbesine defnedildi.
Aklî ve naklî ilimleri ehil kimselerden öğrenip, birçok ilimde söz sahibi oldu. Hanefî mezhebi fıkıh bilgilerinde yetişti. Kütahya’ya hâkim olan Germiyanoğullarına nasihatlerde bulunup, onların hâl ve hareketlerini İslâmiyete uydurmalarına yardımcı oldu. Osmanlılarla Germiyanoğulları arasında dostluğun pekişip kaynaşmasına çalıştı. Kütahya’da kadılık yaptı. Germiyanoğlu Süleymân Şah, kızını Yıldırım Bâyezîd Hân’a verince, gelini Bursa’ya götüren Germiyan hey’etine başkanlık etti. Bursa’da zamanın büyükleri ile görüştü. Koca Kâdı nâmıyla ma’rûf, Bursa kadısı Mahmûd Efendi’nin sohbetlerinden çok istifâde etti. İki müslüman-Türk devletinin Bizans’a karşı birlik ve beraberlik içinde bulunmaları ve birbirlerine yardımcı olmaları için faaliyetlerde bulundu. 825 (m. 1422) yılında Kütahya’da, bugünkü İshak Fakîh mahallesinde bir külliye inşâ ettirdi. Bir mescid, bir dershâne, yedi oda ve bir kütüphâneden müteşekkil olan külliyenin yanında bir de türbe yaptırdı. Bugün bu medrese, yol geçtiği için ortadan kaldırılmıştır. Mescid kısmı, İshak Fakîh Câmii adıyle ibâdete açıktır. İshak Fakîh, yaptırmış olduğu bu külliyeyi, ilim erbâbına vakfetti.
İshak Fakîh yaptığı vakfı ve akarını, bir vakfiye ile açıkladı. Vakıf şartlarının da yazılı olduğu bu vakfiyenin başında buyuruldu ki:
“Hamd ve sena, ol Allahü azîmüşşâna mahsûsdur ki; kalblerimizi îmân nûru ile aydınlatıp, sinelerimizi hidâyeti kabûle açık ve vâsi (geniş) kıldı. Cevâmü’ul-kelim (az sözle çok ma’nâ ifâde etmek kudreti) ile Kur’ân-ı kerîm kendisine verilmiş ve dîni (İslâm dîni), sâir dinleri çeşitli huccet ve delîller ile nesh etmiş olan Hazreti Muhammed’le, kendisine ihlâs ile tâbi olan âli (Ehl-i beyti) ve Eshâbının üzerine salât ve selâm olsun. Hamd ve sena, salât ve selâmdan sonra, şüphe yokdur ki, dünyâ ve içinde sakin olanlar yok olmaya ma’rûzdur. Dünyâ hayâtı, bulutlar gibi sür’atle geçmektedir, İns ve cinden hiçbirine dünyâ bakî değildir.
Dünyânın meta’ından gümüşü elem ve hüzün, altını ise yakıcı ateş, izzet ve şerefi zillet demeğe şayan ve gurûrlanması ar (utanç), rahatı azâb, sevinci şer, ma’mûresi harab, ni’meti şiddet ve ızdırap, sıhhati meşakkat, mal ve mansıbı kötülük, devletinin encamı hasret ve nedâmetden ibârettir. Âhıret ise, cenâb-ı Hakka ve âhıret gününe îmân ile ittika yolunu tutanlar için mahz-ı hayr ve bakî olup, ni’met ve devletinin bekâsı sonsuz ve ebedîdir. Buna kavuşmak ise, ancak, îmân ve amel-i sâlih işlemek, amellerinde hayır ve hasenat tohumlarını saçmakla mümkün ve müyesser olur. Nitekim, Resûl aleyhisselâm; “Dünyâ, âhıretin tarlasıdır” buyurmuştur. Âlim, âmil ve fâzıl olan cenâb-ı vâkıf İshak Fakîh bin Hacı Halîl, işin böyle olduğunu bilip, dünyâya ibret gözüyle bakınca; dünyâsında âhıreti için hazırlanıp, dünyâsında âhıreti için azıklandı ve öldükten sonra ameli kesilmeyenlerin yoluna gitmeyi murâd eyledi. Kendisi, malının en güzel ve en helâlinden, Kütahya beldesinde vâkıfa mensûp mahallede, binası yüksek bir mescid-i şerîf ve ma’bed-i münîfı ve vefâtından sonra kendisine türbe olmak üzere mezkûr mescid bitişiğinde ufak bir zaviye ve mescidin yanında yedi hücre ve geniş bir avlu ve dershâne denilen yüksek kubbeyi müştemil bir medrese ve mezkûr avlunun bitişiğinde müderrislerle talebe için vakfedilen kitapların muhafazası için bir hücre ya’nî kütüphâne bina ve inşâ eyledi ve cümlesini; satılma, hîbe, kiraya verme, rehin, değiştirme ve bozulma olunamayacak bir şekilde vakf-ı sahihi şer’î ile vakf eyledi. Bunu işittikten sonra, her kim tebdil ederse (değiştirirse), günâhı ancak tebdil edenlere âittir. Muhakkak cenâb-ı Hak, sem’ ve alîm sıfatlarıyla muttasıfdır. Cenâb-ı Hakkın ve meleklerin ve bütün insanların la’neti, bu vakfı değiştirene olsun. İşâret edilen vakf, mezkûr mescid ve medrese ve zaviyenin mesâlih ve masrafına, geçen sultanlar tarafından eline verilen ve mülknâme denilen senedlerle vâkıfa temlik edilip, vâkıfın bu sûretle mâlik olduğu emlâk-ı sahîhasından olan köylerini vakf eyledi.”
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi. Mücedded Anadolu Defteri No: 608 sh. 296
2) Kütahya Vakıflar Bölge Müdürlüğü Afyon Vakıf Defteri No: 2, sh. 24
3) Âşıkpaşa-zâde Târihi
4) Târihten Bir Yaprak sh. 26
İSHAK FAKÎH