MEVLÂNÂ ŞEHKUBÂD ŞİRVÂNÎ

Evliyânın büyüklerinden. Doğum târihi belli değildir. 910 (m. 1504) senesinden sonra Şirvan’da vefât etti. Hocasının türbesinin yanına defnedildi. Mevlânâ Rukıyye’nin talebesidir. Mevlânâ Şehkubâd, Şirvan sultânı Kara Halîl’in akrabasıdır. Uzun seneler muhtelif yerlerde vâlilik ve idârecilik yaptı. Allahü teâlânın lütuf ve ihsânı ile, dünyâ malını ve makamını terkedip, kendini Allahü teâlânın yoluna adadı. Muhammed Rukıyye’nin sohbetlerine devam ederek kemâle erdi. O vefât ettikten sonra, Mevlânâ Rukıyye’nin yerine geçti.

Mevlânâ Şehkubâd, tasavvuf yolunu Dede Ömer Rûşenî’den öğrendi ve onun halifesi oldu. Daha sonra Muhammed Rukıyye’nin sohbetlerine devam etti. Onun yüksek himmetlerine ve terbiyelerine kavuşarak, ilâhî sırlara nail oldu. Şehkubâd ümmî idi. Fakat Allahü teâlânın lütuf ve ihsânına kavuşarak, Levh-i mahfûz ona gösterildi. Pekçok âlim, müşkillerini ona gelip sorarlardı. Zira o, Allahü teâlânın ihsânı ile âlim olmuştu. Yanına gelen büyük âlimler onu görünce, kendilerini deryada bir damla su gibi görürlerdi. Mevlânâ Şehkubâd’ın bütün evlâdı ve torunları âlim, fâzıl ve sâlih birer zât oldu. Beydâvî tefsîrine haşiye yazan Allâme Sadrüddîn-zâde onun torunlarındandır.

Şehkubâd hazretleri ümmî olduğu hâlde, ibâdet ile alâkalı mes’eleleri çok iyi bilirdi. Âlimlere hatâlarını söylerdi. “Ben bir ümmî kişiyim. Fakat bu mes’eleyi şöyle bilirim” diyerek, o âlimin hatâsını dolaylı yoldan söylerdi. Yanına gelen birçok büyük âlim, onun büyüklüğünü kabûl ederek yanından ayrılırdı.

Şirvan’da Molla İvez ismi ile meşhûr olan, zühd ve vera’ sahibi, kâmil bir âlim zât vardı. Kırlık bir yerde, kırk odalı bir bina yaptırdı. Burada bu zât, kırk büyük âlime ders verirdi. Ders verdiği bu kırk âlimin her birinin de ayrı ayrı ders verdikleri meclisleri vardı. Bundan dolayı, Molla İvez’e kırk meclisli derlerdi. Bu zât, gündüzleri oruç tutar, geceleri ibâdetle meşgûl olurdu. Fakat bu zât, tasavvuf büyüklerinin sohbetinde hiç bulunmamıştı. Sâdece zâhirî ilimlerle uğraşırdı. Tasavvuf yolundakilere de iyi gözle bakmazdı. Birgün ba’zı talebeler, onun yanında Şehkubâd hazretlerinin hakkında ileri geri konuştular. “Şeyh Şehkubâd, okuma yazması olmayan bir câhildir. Onun yanında bulunanlar da ona uymuş câhillerdir” dediler. Molla İvez bu durum karşısında, ders verdiği kırk tane âlim talebesine; “Herbiriniz tasavvuf yolunda bulunanların küfür ve günah üzere olduklarını bildiren mes’eleleri ve fetvâları toplayıp getirin. Bizzat gidip onlara yanlış yolda olduklarını söyleriz. Şayet bu hâllerinden vazgeçerlerse, onların dalâletten ve bu yanlış yoldan kurtulmalarına vesile olmuş oluruz. Eğer bu hâllerinden vazgeçmezlerse, hâkim haklarında gerekeni yapar” dedi.

Hocalarının emri üzerine, talebelerin herbiri büyük gayret sarfedip, istenilen fetvâları hazırladılar. Mevlânâ Şehkubâd’ı sevenlerin geldikleri bir günde, ona, Molla İvez’in onun hakkında fetvâ hazırladığı ve gelmek üzere olduğu bildirilince, sadece; “Hasbünallah” dedi, asla alınmadı. Molla İvez talebeleri ile mahalle kenarına kadar geldiği hâlde, onda herhangi bir değişiklik olmadı ve normal hâlini bozmadı. Molla İvez bu duruma kızıp; “İlimdeki zayıflığını göstermemek için böyle yapıyor, dışarı çıkmıyor. Artık iyice anlaşıldı ki, hakkında isnâd edilenler gerçekten doğru” diye düşündü. Bu düşünceler içerisinde Şehkubâd’ın bulunduğu odaya girdi. Şehkubâd, onlar gelince ayağa kalktı ve; “Buyurun efendiler” diyerek oturmaları için yer gösterdi. Onlar oturduktan sonra, Mevlânâ Şehkubâd başını önüne eğdi. Bu sırada Molla İvez talebelerine; şimdi söze başlayın diye işâret etti. Fakat talebelerden hiçbiri, kendilerinde konuşma takati bulamadılar. Konuşması için hocalarına rica ettiler. Molla İvez de konuşmak istedi. Fakat o da konuşamadı. Şeyh Şehkubâd’ın tasarrufunun kendilerini kapladığını anladı ve ona dönerek;

“Şeyh hazretleri, biz misâfiriz, bize ilim sofranızdan birşeyler ikram edin” diyerek ricada bulundu. Bunun üzerine Mevlânâ Şehkubâd; kelâm ilminden tasavvufî bir tarzda söze başladı. Mevzûlar hâlinde anlatırken, kelâm ilminin derin mes’elelerine, daldı. Orada bulunanlar, onun anlattıkları derin bilgiler karşısında hayran kaldılar. Çünkü birkaç gün önce, Molla İvez’den Şerh-i Mevâkıfı okurken, bir cümlenin izahı talebelere kapalı gelmiş, onu halletmeleri mümkün olmamıştı. Şeyh Şehkubâd kelâm mevzûlarını anlatırken, onların anlamadıkları o cümleyi de kolay ve anlaşılır bir şekilde anlatıverdi. Talebeler şaşkın bir hâlde birbirlerine bakarlarken, Molla İvez de Şehkubâd hazretlerinin tasavvuf ilmindeki kuvvetini ve gözleri önünde olan kerâmetini görünce, ister istemez; “İnsaf dînin yarısıdır” diyerek, Şehkubâd hakkında söylediği sözlere tövbe ederek, ondan helâllik diledi ve talebeliğe kabûl edilmesini rica etti. Bunun üzerine Mevlânâ Şehkubâd; “Sen ki, Şirvan memleketinde kırk meclisli Molla İvez olasın da, bir ümmîyi hoca edinesin” dedi. Molla İvez; “Sultânım, Allahü teâlâya hamd olsun ki, bize hakîkat gösterildi. Bizim ve bizim gibilerin sû-i zanlarından ve yanlış düşüncelerinden zât-ı âliniz uzak imişsiniz. Fakat şu âna kadar siyah çehremiz, saf, temiz ve parlak bir aynaya rastlamadı. Kendi ayıplarımızı görmeyip, ayıplarımızı başkalarına isnâd ettik. Elhamdülillah şimdi kendi kötü cemâlimizi gördük. O parlak ayna ile şereflendik. “Mü’min, mü’minin aynasıdır” hadîs-i şerîfinin ma’nâsınca, sizin parlak ve cilalanmış aynanıza bakmak sûretiyle; kendi hatâlarımızı gördük” diyerek, hâlini arz etti. Şehkubâd hazretleri de, Molla İvez’i ve talebelerini affederek, hepsini talebeliğe kabûl etti. Molla İvez ve ona tâbi olan talebelerden ba’zıları, bu yolda çok yükseldiler. Zîrâ Mevlânâ Şehkubâd, onlara hizmeti kendisine vazîfe edinmişti.

Birgün Mevlânâ İvez, ahırda bulunan hayvanların yanına gidip, bir buzağının ipini çözüp kendi boynuna taktı. Orada bulunan hayvanların arasına katıldı. Bu hâli görenler, durumu Mevlânâ Şehkubâd’a bildirdiler. O da; “Kendi eli ile böyle yaptı ise ne kadar güzel; “Allahü teâlâ için tevâzu edeni, Allahü teâlâ yükseltir” buyurmuşlardır” dedi.

Yine birgün Mevlânâ İvez, ma’nevî perdeler açılınca aşka gelip, kendi nefsine; “Ey kabiliyetsiz İvez! Senin yerin hayvanlar ahırıdır. Hâlâ insan olmadın” dedikten sonra, ikinci defa bir hayvanın yularını başına geçirdi. Onun bu hâlini tekrar Mevlânâ Şehkubâd’a bildirdiler. O da hemen gelip, onun boynundaki yuları çıkardı. Ona sarılıp; “Ey Molla İvez! Bizi yaktın, yeter artık” dedi. O anda Molla İvez, Allahü teâlânın birçok lütuf ve ihsânlarına kavuştu. Daha sonra Mevlânâ Şehkubâd ona hilâfet vererek, talebe yetiştirmesi için tekrar dergâhına gönderdi.

Mevlânâ Şehkubâd’ın bir menkıbesi şöyle anlatılır: İran’da o zamanlar hüküm süren Şah İsmâil, Ehl-i sünnet âlimlerine ve tasavvuf büyüklerine çeşitli eziyetler yapıyor ve onları öldürüyordu. Birçok Ehl-i sünnet âlimi İran’dan Anadolu’ya hicret etti. Mevlânâ Şehkubâd ise, Allahü teâlâya tevekkül ederek, bulunduğu yerden ayrılmadı. Onu sevenler, İran’dan ayrılması için ne kadar ısrar ettiyseler de, o, oradan ayrılmadı. Şah İsmâil’in askerleri onu öldürmek için Şirvan’a geldi iseler de, Allahü teâlânın izni ile Şirvan’a girdikleri anda, kimisi kör, kimisi kötürüm oldu. Mevlânâ Şehkubâd’a hiçbir kötülük yapamadılar. Mevlânâ Şehkubâd hazretleri sayesinde, ehl-i sünnet olan birçok kimse belâ ve musibetten kurtuldu.

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Hediyyet-ül-ihvân; Süleymâniye Kütüphânesi Hacı Mahmûd kısmı, No: 4587


MEVLÂNÂ ŞEHKUBÂD ŞİRVÂNÎ

Kategori içindeki yazılar: HİCRÎ 10.ASIR ÂLİMLERİ