Osmanlılar zamanında yetişen Hanefî mezhebi fıkıh âlimlerinden. İsmi, Hüseyn bin Rüstem’dir. Kefevî diye meşhûr olmuştur. Aslen bugünkü Kırım’da bulunan Kefe’dendir. Doğum târihi kesin olarak bilinmemektedir. 1010 (m. 1601)’da Mekke’de vefât etti.
Memleketinde zamanının âlimlerinden aklî ve naklî ilimleri tahsil etti. Daha sonra İstanbul’a gelip Medîne-i münevvere kadısı Dâvûd-zâde Efendi’nin hizmetinde bulunup, ilim tahsil etti ve onun yanında mülâzim (stajyer) olarak vazîfe yaptı. Niksâri-zâde ile ilmî sohbetlerde bulundu. İlmî olgunluğa ulaştıktan sonra 990 (m. 1582) târihinde, Ca’fer Efendi’den boşalan Fatma Sultan Medresesi’ne müderris ta’yin olundu. 993 (m. 1585)’de Şah Hüban Hâtun Medresesi müderrisliğine nakl edildi. 1002 (m. 1593) senesinde Sahn-ı semân medreselerinden birine, bir sene sonra Yavuz Selîm Medresesi’ne ve 1004 (m. 1595)’de Süleymâniye medreselerinden birine müderris olarak ta’yin olundu. 1007 (m. 1598) senesinde Kudüs kadılığına, 1008 (m. 1599) senesinde de Mekke-i mükerreme kadılığına nakl edildi. 1010 (m. 1601) senesinde bu vazîfeden alındı. Aynı sene içinde Mekke-i mükerremede vefât etti.
Kefevî Hüseyn Efendi âlim, faziletli, asrındaki irfan ehlinin en ileri gelenlerindendi. Hoş sohbetli olup, güzel söz ve şiir söylerdi. Herkesle hoş geçinen, kimseyi kırmamaya çalışan, zarif yaradılışlı bir zât idi.
Nakl edilir ki: Sahn-ı semân Medresesi müderrisleri, Kudüs kadılığını kabûl edip gitmezlerdi. Kefevî Hüseyn Efendi, Kudüs kadılığına ta’yin olununca kabûl etti. Bunun üzerine neden gitmek istediğini sordular. Onlara cevap olarak; “Bu günahkar bedenimi, o mukaddes topraklarla temizlemek isterim. Onun için bu vazîfeyi kabûl ettim. Ümid ederim ki topraktan yaradılmış olan bu vücûdum, o bereketli toprakların te’sîriyle ateşten kurtulur” dedi. Orada ölmek istediğine işâret ederek ta’yin olunduğu Kudüs kadılığına, bütün tanıdık ve arkadaşlarıyla helâllaştıktan sonra gitti.
Ta’yin olunduğu Kudüs kadılığına giderken feyz ve bereketlenmek için Sultan İkinci Bâyezîd’in kabrini ziyâret ettikten sonra, yoldan geçerken Maymuncu Deli Mehmed dedikleri zâtı gördü. Saygıyla elini öpüp, duâsını istedi. Yanında bulunanlar, bu zâtın elini öpmesine şaşırdılar. O kimselere; “Mehmed Dede evliyânın büyüklerindendir. O kendini gizlemek için bu işi yapmaktadır. Benim bu şekilde o zâtın elini öpüp duâsını istemem, hâdiselere dünyâ gözüyle bakan kimselere ibret olması içindir” dedi.
Hüseyn el-Kefevî, bir eserinde evliyânın büyüklerinden olan Ya’kûb-i Çerhî hazretlerinden şöyle bahseder: “Ya’kûb-i Çerhî’nin, Şâh-ı Nakşibend Behâüddîn Buhârî ile müşerref olması, Allahü teâlânın ona ihsânıdır. Ya’kûb-i Çerhî’nin birçok üstünlüklerine ve kerâmetlerine vefât etmiş oldukları hâlde şâhid oldum. Evliyânın büyüklerinden olduğunu anladım. Birgün, onun için Kur’ân-ı kerîmden hangi sayfanın çıkacağını düşünüp açtım ve Kur’ân-ı kerîmden: “Onlar (peygamberler) Allahü teâlânın hidâyetine eriştirdiği kimselerdir. Sen de onların gittiği yoldan yürü (Onların tevhîd yolunda bulun).” meâlindeki En’âm sûresi 90. âyet-i kerîmesi çıktı ve Ya’kûb-i Çerhî’nin büyüklüğünü iyice anladım”
Kendisi anlatır: Memleketim olan Kefe’den 985 (m. 1577) senesinde annem ve babamla birlikte İstanbul’a göç etmeye niyetlendik. Fakat denizden mi, karadan mı gitmemiz gerektiği husûsunda tereddüt ettik. Denizden gidersek batma tehlikesi var, karadan gidersek çok yorgunluk olacak diye, içimizde vesveseler çoğaldı. Kur’ân-ı kerîmden bir sayfayı açtım: “Korkmayın zira ben sizinle beraberim, işitirim ve görürüm” meâlindeki Tâhâ sûresi 46. âyet-i kerîmesi çıktı. Kalbimin tam rahat etmesi için tekrar açtım, “Görmedin mi ki, Allah, bütün yerdekileri ve emriyle denizde akıp giden gemileri hep sizin hizmetinize bağlı kıldı” meâlindeki Hac sûresi 65. âyet-i kerîmesi çıktı ve yoculuğumuz bunun üzerine denizden oldu.
Bir gece çok sevindirici bir rü’yâ gördüm. Uyandığım zaman bu rü’yânın şeytanî mi rahmânî mi olduğu husûsunu düşündüm, İmâm-ı Süyûtî’nin “Câmi’-us-sagîr” adlı hadîs-i şerîf kitabını açtım. Peygamber efendimizin: “Sâlih mü’minin rü’yâsı Allahü teâlâdan bir müjdedir” meâlindeki hadîs-i şerîfi çıktı. Rü’yâmın rahmânî olduğunu anladım.
Hüseyn Kefevî’nin birçok kıymetli eserleri vardır. Bu eserleri şunlardır. 1-Ta’lîkâtün alâ sahîh-i Müslim, 2- Ta’lîkâtün alâ sahîh-i Buhârî, 3- Şerh-i Gülistan (Türkçedir), 4- Rûznâme fî menâkıb-il-ulemâ vel-meşâyıh vel-fudalâ, 5- Sevânih-ut-Tefe’ül ve levâih-ut-Teveffül, 6- Şerh-i Divân-ı Hâfız, 7-Şerh-u Lâmiyyet-il-acem lit-Tugrâî, 8-Niksârî-zâde ile olan makaleleri.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Mu’cem-ül-müellifîn cild-4, sh. 7
2) Hulâsat-ül-eser cild-2, sh. 121, 122
3) Esmâ-ül-müellifîn cild-1, sh. 321
4) Keşf-üz-zünûn sh. 554, 1782
5) Şakâyık-ı Nu’mâniyye zeyli (Atâî) sh. 454
6) Kâmûs-ül-a’lâm cild-3, sh. 1959
7) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh. 1028
8) Osmanlı Müellifleri cild-1, sh. 276
KEFEVÎ