Osmanlı âlimlerinin büyüklerinden. İsmi, Abdülhalîm bin Ali’dir. Kastamonuludur. Doğum târihi bilinmemekte olup, 922 (m. 1516) senesinde, Yavuz Sultan Selim Hân ile birlikte gittiği Mısır seferi dönüşünde, Şam’da vefât etti. Orada, Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin türbesine defnedildi.
Zamanın âlimlerinden ilim tahsil etti. Molla Alâüddîn-i Arabî’nin hizmetlerinde bulunup, ondan naklî ve ma’nevî ilimleri tahsil etti. Molla Alâüddîn-i Arabî vefât ettikten sonra, Arab diyârına gidip, orada çeşitli ilimleri tahsil ettikten sonra, hac ibâdetini yerine getirip İran’a gitti. O beldenin âlimleriyle de ilmî sohbetlerde bulundu. Sûfiyyenin ileri gelenlerinden Velî Şeyh Mahdûmî’nin hizmet ve sohbetinde bulunup, ondan feyz aldı. Daha sonra asıl memleketi olan Kastamonu’ya döndü. Yavuz Sultan Selim Hân pâdişâh olmadan önce, Trabzon’da vâli iken onu kendine hoca edinip, talebe oldu ve ondan feyz aldı. Gece-gündüz onun huzûrundan ayrılmazdı ve devamlı sohbetinde bulunurdu. Abdülhalîm Efendi’ye pekçok iltifât ve ihsânlarda bulundu. Allahü teâlânın inâyet ve ihsânıyle Osmanlı tahtına geçip pâdişâh olunca, onu kendine hoca edindi ve bol ihsânlarda bulundu. Yavuz Sultan Selim Hân ile birlikte Mısır seferine katıldı. Mısır seferi dönüşünde Şam’da hastalandı. Sultan Selim Hân onu ziyâret etti. Vefât edince cenâze namazında bulundu.
Nakledilir ki: Yavuz Sultan Selim Hân zamanında, Molla Şemseddîn diye bir saray hocası vardı. Teheccüd namazını kılan, iyi huylu bir zât idi. Yazması çok sür’atli idi ki, on günde bir mıshaf-i şerîfi yazıp bitirirdi. Yavuz Sultan Selim Hân, Mısır feth olununca, hocası Halîmî Efendi’ye buyurdu ki: “Şemseddîn bize Târih-i vassaf yazsın.” Halîmî Çelebi, pâdişâhın emrini Şemseddîn Efendi’ye bildirdikten sonra, Şemseddîn Efendi yirmibeş gün mühlet alıp, Halîmî Çelebi’nin evinde yazmağa başladı. Halîmî Çelebi’yi ziyâret için gelen kimselerin rahatsız etmemesi için, bulunduğu odanın kapısını kilitleyip, sür’atle işe koyuldu. Yazma işiyle meşgûl iken, aniden yanında bir kimseyi oturur hâlde gördü. Korkup heyecanlandı. Bunun üzerine o kimse yaklaşıp, dizine yapıştı ve; “Korkma, biz de senin gibi insanız. Seni ziyâret için geldik” dedi. Molla Şemseddîn, kapıların kilitli ve pencerelerin demirli olduğunu görüp, bu kimsenin ricâl-i gaybden olduğunu anladı. Yazmayı bırakıp, sohbete başladılar, ilk önce şöyle sordu: “Arab diyârının tamâmı feth edilip Osmanlı topraklarına katılacak mı? Yoksa dönüşten sonra tekrar başka milletlerin eline mi geçecek?” O zât dedi ki: “Yavuz Sultan Selim Hân bu vazîfe ile vazîfelendirildi. Mübârek beldelerin (Mekke ve Medine’nin) hizmeti ona ve nesline verildi. Şimdi İslâm pâdişâhları arasında makbûl olan Âl-i Osman’dır. Selim Hân dahî evliyânın dışında değildir” dedi.
Molla Şemseddîn dedi ki: Sultan Selîm’in saltanat süresi uzun sürer mi” O kimse; “Üç yıl vakti vardır” dedi. Molla Şemseddîn tekrar sordu: “Konağında oturduğum Halîmî Efendi’nin sonu nicedir? Ya’nî ne zaman vefât eder?” O zât dedi ki: Şam’ı öteye geçemez, orada kalır.” Şemseddîn Efendi dedi ki: “Ya benim ölümüm ne zaman olur?” O zât; “Kişiye kendi ölüm zamanını bilmek âdetullaha ters düşer. Hiçbir nefs nerede öleceğini bilemez” dedi. Şemseddîn Efendi; “Ricâl-ül-gayb, Allahü teâlânın bildirmesiyle bilebilirler. Lutf edip de beni uyarınız” dedi. Bunun üzerine; “Allahü teâlâ bilir, ama sen dahî Halîmî Çefebi ile aynı günde vefât edip, sizinle birlikte bir cenâze daha zuhur eder. Yavuz Sultan Selim Hân, üçünüzün de cenâze namazında hazır bulunur” dedi. Koynundan bir arâkiyye (tiftikten ince başlık) çıkarıp, Şemseddîn Efendi’ye; “Bu, Selim Hân’a hediyemizdir. Ona iletin” buyurdu. Bir daha çıkarıp; “Bunu da Halîmî Çelebi’ye veresin” dedi. Bunun üzerine Şemseddîn Efendi; “Bana bir hâtıranız olmaz mı” dedi. “Sana birşey hazırlamadım. Eğer kötü demezsen, başımdaki arâkiyyeyi vereyim” dedi. O zât, Şemseddîn Efendi’ye arâkiyyeyi verip; “Kitabını yaz bakayım, nice hızlı yazarsın göreyim” dedi. Şemseddîn Efendi yazmaya başladı. Gaybden gelen o zât hemen gözden kayboldu.
Bu durumları Hasen Can’a anlatıp, arâkiyyeyi Selim Hân’a ulaştırması için verdi. Hasen Can da arâkiyyeyi vermek üzere Selim Hân’ın huzûruna vardı. Olanları anlatıp, arâkiyyeyi Selim Hân’a verdi. Selim Hân arâkiyyeyi alıp, kokladı ve yüzüne saygı ile sürdü.
Pâdişâh Mısır’dan Şam’a doğru yola çıkınca, Halîmî Efendi hastalandı. Hekimlerin ilaçları da fayda etmedi. Yavuz Sultan Selim Hân onu zaman zaman ziyâret edip kalbini hoş tutmaya çalıştı. Üçüncü günde, Halîmî Çelebi vefât etti. Aynı gün, Molla Şemseddîn ve Pâdişâh’ın sarayından bir hoca da vefât etti. Üçünün de cenâze namazı aynı yerde kılınıp, Yavuz Sultan Selim Hân hazır bulundu.
Nakledilir ki: Yavuz Sultan Selim Hân Anadolu topraklarına ayak basınca, sık sık hocasını hatırlar; “Mevlânâ Abdülhalîm ile sefere çıktık, şimdi sâdece onun hatıralarıyla dönüyoruz” diyerek, saygı ve sevgisini dile getirdi.
Molla Abdülhalîm Efendi; ilim ve irfanı yüksek, ilmiyle âmil, fazilet sahibi bir zât idi. Dînî ve dünyevî faziletlerde yüksek derece sahibi, cömert, vefakâr, kerem sahibi ve halîm (yumuşak huylu) idi. Az konuşur, çok dinlerdi. Kusur aramaz, iyiyi ve doğruyu görmeye çalışırdı. Kimseyi arkasından çekiştirmez, herkesi bir takım meziyetleriyle değerlendirirdi. Fakîr ve kimsesizlere çok yardım ederdi. Bu sepeple, onun adı her tarafta duyulmuştu.
Onun şiirlerinden bir beyt:
Elime girmişti dün gece ol zülf-ü-düta,
Sanki destimde idi, Memleket-i Çin-ü-Hıta.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Şakâyık-ı Nu’mâniyye tercümesi (Mecdî Efendi) sh. 385
2) Kâmûs-ül-a’lâm cild-4, sh. 3065
3) Şezerât-üz-zeheb cild-8, sh. 124
4) Tâc-üt-tevârih cild-1, sh. 610, 611, 612
HALÎMÎ ÇELEBİ