HALÎL BİN İSHÂK CÜNDÎ (Şeyh Halîl)

Hadîs, tasavvuf ve Mâlikî mezhebi fıkıh âlimi. İsmi, Halîl bin İshâk bin Mûsâ bin Şuayb’dır. Künyesi Ebü’l-Mevedde, lakabı Ziyâüddîn’dir. Babası Abdullah Menûfî hazretlerinin arkadaşlarından idi. Mısır’ın Akdeniz’deki kıyı şehirlerine korsanların hücuma geçmeleri üzerine, halktan teşkil edilen Halka-i Mensûre isimli milis teşkilâtına, talebeleriyle birlikte katıldı. Asker elbisesi giydi ve bir daha çıkarmadı. Bu yüzden Cündî lakabı verildi. Zamanında Mâlikî mezhebinin İmâmlarından oldu. Vefât târihi ihtilaflı olup, 767 (m. 1365)’den sonra 776 (m. 1374)’den önce vefât ettiği bildirilmektedir, İbn-i Teymiyye ve yolunda gidenlere verdiği güzel cevapları ile meşhûrdur.

Küçük yaştan i’tibâren, İmâm-ı Şafiî, Ahmed-i Bedevî, Seyyidet Nefise ve Şerâfeddîn Kürdî’den sonra Mısır’da yetişen evliyânın en büyüğü olan Abdullah Menûfî’nin ( radıyallahü anh ) terbiyesine verildi. Babası, Hanefî mezhebinde olmasına rağmen, Mâlikî mezhebi âlimi ve arkadaşı olan Abdullah Menûfî’ye çocuğunu teslim edip, onun ilminden ve feyzinden istifâde etmesini te’min etti. Reşîdî’den Arabî ilimler ve usûl bilgilerini, İbn-i Abdülhâdî’den hadîs-i şerîf ilimlerini öğrendi. İbn-i Abdüsselâm da hocaları arasında idi. Kâhire, Mekke ve Medine gibi zamanın belli başlı ilim merkezlerindeki âlimlerden ilim öğrendi. Hadîs-i şerîf ilminde, fıkıh bilgilerinde âlim oldu. Tasavvufta yüksek derecelere kavuştu. Mâlikî mezhebine göre fetvâ verdi. Pekçok talebe yetiştirip, faydalı eserler yazdı. Zamanında Mısır’ın en büyük medresesi olan Şeyhûniyye Medresesi’nde taliplerine ilim öğretti. İbn-i Mezrûk, Tâcüddîn İshâkî gibi âlimler onun talebeleri arasında idi.

Ziyâüddîn Cündî, din ve diyanette, zühd ve salahta, ibâdet ve tâatte, ilim ve amelde yüksek bir mevkiye sahipti. Onun yüksekliğine, eserleri delîl oldu. Allahü teâlânın düşmanlarına karşı çok çetin mücâdeleler verdi. Hıristiyan Avrupa kavimlerinin soyundan olan Kıbrıs krallığı ve çapulcu şövelyeleri, zaman zaman Mısır kıyılarını yağmalayıp, müslümanlara zulmediyorlardı. Ziyâüddîn Halîl Cündî, halktan ve talebelerinden milis kuvvetleri teşkil etti. Bu kuvvetin adına da, “Halka-i mensûre” adı verildi. Onlarla beraber İskenderiyye’nin müdâfaası için Kâhire’den gidip savaştı. Allahü teâlânın rızâsı için küfür ehline karşı cihâd ederken giydiği askerî elbiseyi bir daha çıkarmadı. Bu yüzden Cündî (Askeriye mensûbu) lakabı verildi. Askeriyeden maaş alır, zarurî ihtiyâcından fazlasını fakirlere dağıtırdı. Kendisi az yer, az uyur ve çok ibâdet ederdi. Az mala kanâat eder, eline geçenleri talebesinin ihtiyâcına harcederdi. Geceleri hiç uyumaz, kaylûle vaktinde vücûdunu dinlendirmek için çok az bir miktar uyurdu. Çok merhametli, gurûr ve kibirden arınmış, mütevâzi bir kimse idi. Kalbi her türlü zulmet pisliklerinden uzaklaşmış, Allahü teâlânın ni’metlerini ve O’nun rızâsını kazanmaktan başka birşey düşünmez olmuştu, İşi, insanlara emr-i ma’rûf yapıp, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını öğretmekten başka birşey değildi.

Onun büyüklüğünün delîllerinden biri de, yazmış olduğu eserleridir. Eserlerinin başlıcaları şunlardır: İbn-i Hâcib’in usûl-i fıkha dâir “Muhtasar” adlı eserini, altı cild hâlinde şerhedip “Et-Tevdîh” adını verdi. Pek kıymetli olan bu eser, ihtivâ ettiği konularda müracaat kitabı hüviyetini kazandı. Metni şerhederken, çeşitli âlimlerden nakiller yapmış, bilhassa, hocası İbn-i Abdüsselâm’dan gelen haberleri tercih etmiştir. Mâlikî mezhebinin fıkıh bilgilerini ihtivâ eden “Muhtasar” adlı eseri çok meşhûrdur. Cündî, üzerinde yirmibeş sene çalıştığı Muhtasar’ını hayâtında “Nikâh” bahsine kadar yazmış ve tertîb etmişti. Ondan sonraki bölüm, ölümünde terekesinde müsvedde hâlinde bulunmuş ve talebeleri, kitabın tertîb tarzına uygun olarak önceki kısma ekleyip, bütün hâline getirmişlerdir. “Bustân” müellifi, onun hayâtını anlatırken, bu iki kıymetli eserinden bahisle; “Allahü teâlâ, Halîl’in açık ve muhtasar bütün ifâdelerini, o günden bugüne kadar bütün insanların kabûllenmelerini ihsân buyurmuştur. Halîl’in açık ifâdesinden kasdettiğimiz, onun İbn-i Hâcib’in “Muhtasarına yaptığı şerhidir. “Muhtasar ifâdesi”nden kasdımız da, onun fıkha dâir yazdığı eseridir. Bu iki kitabı, ilim tahsil edenlerce, her tarafta kaynak eser olarak kabûl edilmektedir. Özellikle fıkha dâir yazdığı “Muhtasar” adlı kitabı, Kuzey Afrika memleketlerinde, Merrâkûş ve Fas’da kısaltılarak müteaddit baskıları yapılmıştır, İbn-i Gazi ise; fıkha dâir yazdığı Muhtasar kitabını şöyle medhetmektedir. “Muhtevâsı ile, gönlü çeken eserlerinin en güzellerindendir. Gözün okumağa en lâyık olduğu kitaplardandır. Mütehassıs âlimler, bu kitaba gayret ve himmetlerini sarfetmişlerdir. Hakîkaten ikramı büyük, ma’nâsı açık bir kitaptır. Fetvâlar ve tercih edilen görüşler bu kitapta açıklanmıştır. En sağlam ve parlak ifâdelerle özlü olarak yazılmıştır. Tertîb ve tanzimi en güzel şekildedir. Bu kitabın benzerini hiçbir kimse ortaya koyamamıştır. Hiçbir zekâ böyle bir kitabı tanzim etmiş değildir.” Bundan dolayı, bu kitaba birçok şerh ve ta’likler, ya’nî şerhin açıklaması yazılmıştır. Şerhlerinin sayısı 60’a varmaktadır. “Bustân” kitabının yazarı, kendisinin de bu kitaba bir şerh yazdığını, bu şerhini, “Muhtasar”a şerh yazan 10’dan fazla âlimin kitaplarından seçtiğini, ifâdelerin özüne dokunmayıp, hattâ mümkün oldukça ifâdelerine de dokunmadığını bildirmekte, şerhinin Mâlikî fıkhında yeterli bir kitap olabileceğini söylemektedir.

İbn-i Hâcib’in eserine yaptığı şerh; bu eserin şerhlerinin içinde en meşhûr ve en faydalı olanıdır. Kuzey Afrika’da bütün müslümanlar, İbn-i Arafe ve İbn-i Nâcî ve diğer âlimlerin talebelerinin, kaynak olarak kullandığı temel kitaplardan biridir. Bu durum Halîl’in ( radıyallahü anh ) büyüklüğünün açık bir delîlidir.

Hocası Abdullah Menûfî’nin ( radıyallahü anh ) hayâtını, menkıbelerini ve kerâmetlerini “Menâkıb-ı Abdullah Menûfî” adlı eserinde topladı. Hacla ilgili bilgileri ihtivâ eden “Menâsik-ül-hac”ı, “Müdevvene”ye yaptığı şerhi “Muhadderât-ül-fühûm fimâ yetealleku bitterâcim vel-ulûm” adlı eserleri meşhûrdur.

İbn-i Gâzi anlatır: “Halîl bin İshâk Cündî, lüzumsuz işlerle uğraşmaz, ibâdet ve ilimden başka şeyle meşgûl olmazdı. Yirmi sene Kâhire’de kaldı. Çok meşhûr olan Nil nehri ve kıyısını görmek için gittiği görülmedi. Müderrislik yaptığı sıralarda, birgün hocası Abdullah Menûfî’nin ziyâretine gitti. Evinde bulamadı. Evin helasında bir arıza olduğunu, tamir için işçi aramaya gittiğini söylediler. O da hiç tereddüt etmeden; “Ona en münâsip işçi benim” deyip, helayı temizlemeye başladı. Çevredeki insanlar başına toplanıp, böyle namlı ve şanlı bir kimsenin hela temizliği yapmasını hayretle seyrediyorlardı. Bu sırada Abdullah Menûfî hazretleri geldi. Onu gördü. Çevredekilere, “Bu kim?” diye sordu. Onlar da; “Halîl!” diye cevap verdiler. O zaman, Mısır’ın en büyük beş evliyâsından beşincisi olduğu bildirilen Abdullah Menûfî hazretleri, öyle bir duâ etti ki, Halîl bin İshâk Cündî, bu duânın bereketiyle bir anda çok yüksek derecelere kavuştu. Allahü teâlâ ömrüne bereket ihsân etti. Allahü teâlânın dinine çok hizmetleri oldu.”

Şeyh Kûrî anlatır: “Halîl Cündî, birgün bir aşçı dükkânına uğradı. Orada bozuk et satılır. İnsanlara haram yedirilir, insanlar kandırılırdı. Dükkân sahibine emr-i ma’rûf yaptı. Bu işin kötülüğünü anlattı. Dükkân sahibi de pişman olup, bir daha böyle birşey yapmıyacağına söz verdi ve tövbe etti.”

İbn-i Fırat anlatır: “Halîl bin İshâk Cündî, vefâtından sonra rü’yâda görüldü. Onu gören kimse, Allahü teâlânın nasıl muâmele ettiğini sordu. Cündî hazretleri de; “Allahü teâlâ, beni ve benim namazımı kılanları affetti” diye cevap verdi”

Allâme Şeyh Nâsıreddîn Lekânî anlatır: “Ondan sonra gelen âlimler, ona uymakta o kadar hırslı, ona emniyet etmekte o kadar sâdıktılar ki, Halîl Cündî’nin ifâdesi ile başka birinin ifâdesi arasında bir ayrılık olduğunda; “Biz, Halîl’e uyarız. O bu mes’elede yanılmış olsa bile, ona olan hüsn-i zannımız, bizi ondan ayrılmaktan men eder” derlerdi”

Halîl bin İshâk Cündî ( radıyallahü anh ) buyurdu ki: “Velî olgunlaşınca kendisine Allahü teâlâ tarafından çeşitli şekillerde görünme kuvveti verilir. Bu da olmayacak birşey değildir. Çünkü, başka başka görünen şekiller rûhâniyettir. Bedeni, cismi görünmemektedir. Rûhlar, madde değildirler, boşlukta yer kaplamazlar.”

“Allahü teâlâ, evliyânın rûhlarına öyle bir kuvvet verir ki, çeşitli şekillerde görünebilirler. Bedenleri mezardan çıkmaz. Rûhları şekil alıp görünürler.”

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Bustân sh. 96

2) Hüsn-ül-muhâdara cild-1, sh. 460

3) Neyl-ül-ibtihâc sh. 112

4) Ed-Dîbâc-ül-mühezzeb sh. 115

5) Ed-Dürer-ül-kâmine cild-2, sh. 86

6) Tam İlmihâl Se’adet-i Ebediyye sh. 409, 578, 934, 1010

7) El-A’lâm cild-2, sh. 315

8) Kıyâmet ve Âhıret sh. 258


HALÎL BİN İSHÂK CÜNDÎ (Şeyh Halîl)

Kategori içindeki yazılar: HİCRÎ 08.ASIR ÂLİMLERİ