Evliyânın büyüklerinden. İsmi, Abdullah bin Ebî Bekr bin Abdürrahmân es-Sekâfî el-Ayderûs olup, künyesi Ebû Muhammed’dir. 811 (m. 1409) senesi Zilhicce ayının başlarında doğdu. 865 (m. 1461) senesi Ramazân-ı şerîfin onikisinde vefât etti. Yemen’in Terim şehrindeki Zenbil kabristanına defnedildi. Abdullah el-Ayderûs; zühd, vera’ ve takvâ sahibi bir zât idi. Kerâmetleri ve menkıbeleri çoktur.
Şöyle anlatılır: “Abdullah el-Ayderûs’un hanımının ismi Âişe idi. Ömer isminde bir zâtın kızı idi. Birgün Abdullah el-Ayderûs’un hanımı çok ağır hasta oldu. Akrabalarından bir hanım onun odasına girdi. Âişe hanımın sanki nefes alması durmuştu. Kadın iyice anlamak için, Âişe hanımı sağa sola çevirdi. Hiç ses alamadı. Sonra gidip Abdullah el-Ayderûs’a haber verdiler. O da hanımının bulunduğu odaya girdi ve hanımına üç defa ismi ile seslendi, üçüncü defa seslendiğinde, Allahü teâlânın izni ile hanımı ona cevap verdi ve hemen hastalıktan şifâ bulmuş olarak kalktı.”
Şöyle nakledilir: “Birgün bir kadın Abdullah el-Ayderûs hazretlerinin hurma bahçesinin önünden geçiyordu. Bahçede bulunan hurmalardan almak istedi. Kadının yanında bir de çocuğu vardı. Kadın çocuğunu bir kenara bırakıp, ağaca çıktı ve bir miktar hurma tapladı. Aşağı indiğinde, Allahü teâlâ, ona oğlunu ölmüş gibi gösterdi. Kadın çocuğunu bu durumda görünce, ağlamaya başladı. Oradan gecenler, “Bu hurma bahçesi Abdullah el-Ayderûs’ undur” dediler. Kadın derhâl tövbe edip, hurmaları bahçeye bıraktı. Çocuğunun yanına geri döndü. Çocuğunun tekrar eski hâline dönmüş olduğunu gördü.”
Anlatılır ki: “Abdullah el-Ayderûs’un zamanındaki sultânın bir kız kardeşi vardı. Bu hanımın çok miktarda mücevheri bulunuyordu. Birgün bu mücevherler çalındı. Bunun üzerine sultan çok kızdı ve; “Mücevherleri kim aldı ise, onu öldüreceğim” dedi. Abdullah el-Ayderûs bu durumu haber alınca, hemen sultânın yanına gitti ve ona bir süre nasihat etti. Sonra ona; “Yâ Sultân! Sen hiçbir kimseye zarar verme. Mücevherler bulunur” dedi. Bu söz üzerine sultân rahatladı ve ferahladı. Gece olunca, Abdullah el-Ayderûs yanına bir talebesini alarak, sarayda çalışan bir görevlinin evine gitti. Onda bulunan bütün mücevherleri istedi. O kişi, evinde bulunan mücevherleri, Abdullah el-Ayderûs’un heybetinden korkarak verdi. Abdullah el-Ayderûs oradan ayrılıp, Şeyh Ömer mescidinin yanına geldi. Yanındaki talebesini saraya gönderip, sultânın kız kardeşini çağırttı. O gelince, ona mücevherlerinin nasıl olduğunu sordu. O da, hepsini bir bir ta’rîf etti. O kişiden aldığı mücevherler arasında bulunan ve ta’rîf edilen vasıflara uyan mücevherleri sultânın kız kardeşine geri verdi. Geri kalan mücevherleri de, tekrar sahibine götürüp teslim etti.”
Allahü teâlâ, birçok hastaya, Abdullah el-Ayderûs hazretlerinin duâsı ile şifâ ihsân etmiştir. Şöyle anlatılır: “Ali bin Ömer Meşus isimli sâlih bir zât vardı. Bu zât, birgün hanımına bedduâ etti ve hanımı bir hastalığa yakalandı. Hanım hastalıktan bîtab düştü. Bunun üzerine pişman olan ve üzülen o zât, hemen Ebû Muhammed el-Ayderûs’un yanına gitti ve durumu ona anlattı. Ebû Muhammed el-Ayderûs, o zâtı bir daha bedduâ etmekten men etti ve; “Sen şimdi hanımının yanına git” dedi. O zât hanımının yanına gittiğinde, onun, hiçbir şey olmamış gibi sapasağlam olduğunu gördü. Hanımına; “Sen nasıl oldu da böyle iyileştin?” diye sordu. Hanımı: “Sen gittikten bir süre sonra uyumuşum. Rü’yâmda Şeyh Abdullah yanıma geldi ve benim üzerime Maşâallah okudu. Sonra da bana; “Kalk” dedi. Uyandığımda, ben de kalktım ve Allahü teâlânın izniyle yürüdüm” diye durumu anlattı.”
Şöyle anlatılır: Ebû Muhammed el-Ayderûs zamanında bir kadın vardı. Bu kadının burnu kırılmıştı. Kadın hangi tabibe gitti ise; “Çâresi yok” dediler. Bunun üzerine kadın, burnunun düzelmesi için Ebû Muhammed el-Ayderûs’u vesile ederek, Allahü teâlâya duâ etti. O anda Şeyh Abdullah, kadının yanına geldi ve kırılmış burnunun parçalarını birleştirdi, eli ile mesh etti. Allahü teâlânın izni ile kadının burnu iyileşti ve eskisinden daha güzel oldu.
Yine şöyle anlatılır: “Abdürrahmân Hâtib isimli bir zâtın, sağ elinde bir yara oldu ve kısa zamanda o yara yayılarak eli şişti. Bu durum karşısında çok korktu ve ne yaptı ise yaranın çâresini bulamadı. Kime gitti ise, yarası daha fazlalaştı. Sonunda o zât Ebû Muhammed el-Ayderûs hazretlerinin yanına geldi. Durumunu ona arz etti. Şeyh Ebû Muhammed, onun yarasına baktı. Sonra eliyle şişkin olan yaranın üzerini meshetti. Gerekli ilaçları sürdü. Orası derhâl iyileşti ve yaradan hiçbir eser kalmadı.”
Şöyle nakledilir: “Ebû Muhammed el-Ayderûs zamanında, bulunduğu beldenin ileri gelenlerinden bir kişinin, bir kız çocuğu vardı. O kişi kız çocuğunu çok severdi. Birgün kızın gözü ağrımaya başladı. Sonunda kızın gözü kapandı. O kişi, kızını alarak, hemen Şehy Ebû Muhammed’in yanına götürdü. Kızının gözünün iyi olması için ondan duâ istedi. Şeyh Ebû Muhammed, kızın gözünün şifâya kavuşması için Allahü teâlâya duâ etti. Sonra eli ile gözün üzerine meshetti. Allahü teâlânın izni ile o kızın gözleri iyileşti.”
Süleymân bin Ahmed-i Bâhnâk şöyle anlatır: “Ben bir zaman küffâr beldesinde bulunuyordum. O sırada çok hastalandım. Benim yanımda Şeyh Abdullah el-Ayderûs’un bir elbisesi vardı. Ben onu giydim ve Abdullah-i Ayderûs’u vesile ederek Allahü teâlâdan şifâ ihsân etmesini istedim. Sonra yatıp uyudum. Rü’yâmda gördüm ki: Ben bir katıra binmişim ve benim peşimde de bir grup çocuk vardı. Çocuklar; “Yâ Hannân, yâ Mennân âfi Süleymân (Yâ Hannân, yâ Mennân Süleymâna şifâ ver)” diyorlardı. Ben sabah kalktığım zaman, hastalığımdan hiç eser kalmadığını gördüm.”
Fakih Îsâ bin Muhammed Bâis şöyle anlatır: “Ben uzak bir beldede idim. Abdullah el-Ayderûs’u açıkça bulunduğum yerde görmeyi temenni etmiştim. Mescide gittim. Orada iken bir dilenci gelip benden birşey istedi. Ben ona birşey vermedim. Oradan ayrılıp başka bir yere gittim. O dilenci de benim arkamdan geldi. Sonra yine yanıma yaklaşarak benden birşeyler istedi. Ben ona birşey vermedim. Bunun üzerine o dilenci yanımdan ayrıldı. Bir müddet sonra ben, Abdullah el-Ayderûs’un bulunduğu yere döndüm. Şeyh Abdullah’ın yanına giderek ona; “Ben sizi gittiğim yerde alenen görmeyi temenni ettim. Lâkin bu isteğim hâsıl olmadı” dedim. Bunun üzerine Ebû Muhammed el-Ayderûs bana; “Sana aleni görünmem sana hâsıl oldu. Falan gün duhâ vaktinde sen falan mescidde idin. Senin yanına bir dilenci geldi. Senden birşeyler istedi. sen ona birşey vermedin. Sonra kalkıp bir yere gittin. O da seni ta’kib etti ve yine senden bir şeyler istedi. Sen yine ona birşey vermedin, işte o dilenci ben idim. Ben, senin yanına o kılıkla gelmiştim” dedi. Ben de; “Efendim! Sizin dedikleriniz doğrudur. Fakat o dilenci size fazla benzemiyordu” dedim. Şeyh Abdullah da; “Eğer ben bu hâlimle senin yanına gelse idim. Sen beni tanır ve insanlara haber verirdin” buyurdu.
Abdullah el-Ayderûs’un diğer kerâmetleri, “Fethullah el-Kuddûs fî menâkıbi Abdullah el-Ayderûs” adlı eserde anlatılmaktadır.
Abdullah el-Ayderûs’un yazmış olduğu eserlerden ba’zıları şunlardır: 1-El-Kibrît-ül-ahmer, 2-Şerhü kasîdet-is-Saîd, 3-Menâkıb-i Şeyhihi Sâib bin Ali.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Câmi’u kerâmât-il-evliyâ cild-2, sh. 123
2) Mu’cem-ül-müellifîn cild-6, sh. 38
ABDULLAH BİN EBÎ BEKR EL-AYDERÛS