Hindistan’da Bedâyûn şehrinde yetişen evliyânın büyüklerinden. İsmi, Şeyh Şâhî Mûytâb Bedâyûnî’dir. Kaynak eserlerde doğum ve vefât târihlerine rastlanamıyan Şâhî hazretleri, altıncı asrın sonları ile yedinci asrın başlarında yaşamıştır. Kâdı Hamîdüddîn Nâyûrînin derslerinde yetişti. Kâdı Nâgûrî buna; “Şâhî rûşen-zamîr (Gönlü aydınlık)” derdi. Onu me’zûn edip, zamânın büyük âlimlerinden Mahmûd Mu’îndüz’ün sohbetlerine gönderdi. Oraya giden biriyle haber gönderip; “Bizim Şâhî’ye hırka verip kendisini me’zûn etmemiz uygun olmuş mu? diye sordu. Bu soruya karşılık o da; “Biz, sizin yaptığınız herşeyi beğeniriz” diye cevap verdi. Şeyh Şâhî, ilim öğrenmekteki aşk ve gayreti ile kısa zamanda yetişip, büyük âlimlerden, zamanında bulunan evliyânın önde gelenlerinden oldu. Etrâfında toplanan talebelere ders okutmaya başladı. Herbiri ilim âşığı olan talebelerini çok sever, onlara ve herkese şefkat ve merhamet gösterirdi. Bir defasında talebeleri dışarıda güneş altında bekliyorlardı. Beklemeleri uzun sürünce, terlemeye ve terleri toprağa damlamaya başladı. Bu hâli farkeden Hâce Şâhî ( radıyallahü anh ) hacamatçıyı (kan alan kimseyi) çağırmalarını istedi. “Onu ne yapacaksınız?” diye suâl edildiğinde; “Talebelerimden akan ter kadar benden kan almasını istiyeceğim” buyurdu.
Birgün talebeleri ile birlikte bir yere gittiler. Gittikleri yerde talebeler, yemek olarak pirinç ve süt pişirdiler. Yemek hazırlanıp önüne getirildiği zaman Hâce Şâhî yemeğe nazar etti. (baktı) ve; “Bu yemekte hıyânet kokusu vardır, biz bundan yiyemeyiz” buyurdu. Talebelerin hepsi hayret edip; “Bizden hiç birimiz hıyânet etmemiştir.” dediler. Pirinç ve sütü pişiren iki kişi Hazreti Hâce’nin huzûruna geldiler, dediler ki: “Efendim! Sütü pişirirken süt köpürmüştü, taşacaktı. Mecbûr kalıp, taşmaması için sütten bir miktar alıp içtik, şimdi ise bu kabahatimize pişman olduk, özür dileriz.” Hâce Şâhî, “Yemek, dostlarımızın (talebelerimizin) önüne gelmeden, o yemekten yiyen hıyânet etmiş olur. Fakat, madem ki siz özür diliyorsunuz, pişman oluyorsunuz, öyleyse affettim” buyurdu.
Hâce Şâhî, gayet mütevâzi, alçak gönüllü idi. Kendisini birşey yapmaktan, âciz, zavallı görürdü. Şöyle anlatılır: Nizâmüddîn Ebü’l-Müeyyed’in bir rahatsızlığı vardı. Hâce Şâhî’ye gelerek kendisine himmet etmesi, derdine çâre bulması için yalvardı. O da özür dileyip; “Siz bizim büyüğümüzsünüz. Biz nasıl olur da size himmet edebiliriz?” buyurdu. Nizâmüddîn; “Elbette bize duâ ve himmet etmeniz lâzımdır” diye ısrar edince, Hâce Şâhî ( radıyallahü anh ) duâ etti ve Allahü teâlânın izni ile Nizâmüddîn’in rahatsızlığı geçip, sıhhatine kavuştu.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Ahbâr-ül-ahyâr sh. 55
ŞÂHÎ MÛYTÂB