Hanbelî mezhebi fıkıh ve hadîs âlimlerinin büyüklerinden, vâ’iz. İsmi, Nasr bin Abdürrezzâk bin Abdülkâdir-i Geylânî el-Bağdâdî olup, künyesi Ebû Sâlih, lakabı İmâdüddîn’dir. Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin torunudur. Hanbelî mezhebinde ilk Kâdı’l-kudâtdır. 564 (m. 1169) senesi Rebî’ul-âhır ayının 24. günü seher vaktinde doğdu. 633 (m. 1236) senesi Şevval ayının 16. günü vefât etti. Câmi-i Kasr’da cenâze namazı kılındı, idârecilerden, âlimlerden ve diğer insanlardan, çok kalabalık bir cemâat toplandı. Herkes, tabutunu biraz olsun taşıyabilmek için can atıyordu. İmâm-ı Ahmed bin Hanbel hazretlerinin türbesinde defnolundu.
Diğer birçok İslâm âlimi gibi, Nasr bin Abdürrezzâk hazretleri de daha çocuk yaşta ilim tahsiline başladı. İlk olarak Kur’ân-ı kerîmi öğrendi. Bundan sonra, babasından ve amcası Abdülvehhâb bin Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinden hadîs-i şerîf dinledi. Bunlardan başka, Ebü’l-Alâ el-Hemedânî, Silefî, Ebû Mûsâ el-Medînî ve başka âlimlerden icâzet (diploma) aldı. Ayrıca, Ebû Hâşim Îsâ bin Ahmed ed-Dûşânî, Saîd bin Safi el-Hamâlî, Ahmed bin Mübârek el-Merkı’ânî, Abdülhak bin Abdülhâlık, Müslim bin Sabit İbn-ün-Nehhâs, Abdülmuhsin bin Türeyk, Şühde ve başka âlimlerin sohbetlerinde bulunup, onlardan ilim öğrendi. Kendisinden ise; Abdüssamed bin Ebi’l-Ceyş Necîb el-Harrânî, Kemâl el-Bezzâr ve başka birçok zât ilim öğrenip rivâyetlerde bulunmuşlardır.
İlim öğrenmekteki gayret ve istidâdının çok fazla olması sebebiyle, kısa zamanda çeşitli ilimlerde yetişen Nasr bin Abdürrezzâk, bilhassa fıkıh, hadîs, kelâm, münâzara, hılâf gibi ilimlerde çok yükseldi. Dedesi Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin medresesinde ders, va’z ve fetvâ vermeye başladı. Kendisi Hanbelî mezhebi âlimlerinden idi. Bununla beraber, diğer mezheblerin bilgilerinin inceliklerine de vâkıf idi. Dînî ibâreleri çözmekte pek mahir idi. Hadîs ilmi tahsîl edenler için, ayrıca bir meclis kurdu. Ezberinden hadîs-i şerîf okurdu, insanlar da ondan duyduklarını yazarlardı. Herkes tarafından sevilip, hürmet edilen, çok yüksek bir zât idi. Tanınmaktan, şöhret sahibi, parmakla gösterilen birisi olmaktan çok uzak durur, çok sakınırdı. İbâdet ve taâtla meşgûl idi. Ağırbaşlı, vakûr ve heybetli idi. Fakat kibirli değildi. Tevâzu sahibi idi. Alçak gönüllü idi. Aklının ve zekâsının kuvveti fevkalâde idi. Lütuf, iyilik, ikram sahibi idi. Tatlı dilli ve güler yüzlü idi. İnsanlara muâmelesi çok güzel idi. Yanına gelen herkes, kendisinden memnun ayrılırdı. Aile efradına karşı olan yumuşaklık ve ikramı daha fazla idi. Allahü teâlânın râzı olduğu istikâmetten ve dosdoğru olmaktan hiç ayrılmadı.
Halîfe Nâsır’ın 622 (m. 1225) senesinde vefât etmesinden sonra yerine geçen oğlu Zâhir, âdil ve sâlih bir kimse idi. Zulme ve haksızlığa meydan vermezdi. Ahkâm-ı İslâmiyenin tam tatbik edilmesi için çok gayret etti. Hattâ İbn-ül-Esîr diyor ki: “Bir kimse; “Ömer bin Abdülazîz hazretlerinden sonra gelen devlet reîsleri içinde, adâlet, doğruluk bakımından ona en çok benziyeni Zâhir idi” dese, doğrudur.” İşte bu Zâhir, Nasr bin Abdürrezzâk hazretlerini bütün memleketin Kâdı’l-kudâtı olarak ta’yin etmek istedi. Akrabasını gözetmesine, onları ziyâret etmesine mâni olunmaması şartı ile kabûl etti. Halîfe ona dedi ki: “Her hak sahibine hakkını mutlaka ver! Sâdece Allahü teâlâdan kork! Ondan başka birşeyden korkma! Her hâlde Allahü teâlânın emrini gözet! Hiç kimse hakkında hatır için hüküm verme!” Ayrıca halîfe kendisine bin dinar para gönderdi. O da bu para ile borçlarını ödedi, İmâdüddîn Ebû Sâlih el-Geylânî hazretleri devamlı olarak ahlâk-ı hamide (güzel ahlâk) üzere idi. Kâdı’l-kudât makamında bulunması, onun sertleşmesine, kibirlenmesine sebeb olmadı. Bilakis, zühdü, takvâsı İslâmiyetin emirlerine bağlılığı her gün arttı. Bu vazîfeden ayrıldıktan sonra, tekrar ilim öğretmek ile meşgûl oldu. Her işinde çok ihtiyâtlı davranırdı, iyice araştırıp tahkîk etmedikten sonra, bir hadîs-i şerîfi rivâyet etmezdi.
Nasr bin Abdürrezzâk el-Geylânî hazretleri şöyle anlatır: “Bana her sene Receb ayında Nâsıriyye Vakfı’ndan bir miktar para verilirdi. Bir sene, o paranın dağıtıldığı günlerde, İmâm-ı Ahmed bin Hanbel hazretlerinin kabrini ziyârete gitmiştim. Geri döndüğümde, herkesin rusûmlerini (verilmekte olan o paralarını) aldıklarını öğrendim. Bana; senin paran İbn-i Tûmâ’dadır. Ondan alacaksın dediler. İbn-i Tûmâ Hıristiyan idi. İhtiyâcım için, nafakam için harcedeceğim bu paranın, bir kâfirin elinden gelmesini, parayı ondan almayı uygun bulmadım. Allahü teâlâya güvenerek, onun rızıklara kefil olduğunu, yarattığı mahlûkunun rızkını elbette vereceğini, şayet borçlanacak olsak bile, Allahü teâlânın kolaylık göstereceğini, O’nun en iyi vekîl olduğunu, kendisine sığınanlara yardım ettiğini düşünerek, O’na güvenerek ve sığınarak eve geldim. O kimse de zâten getirip parayı vermedi. Nihâyet birkaç ay sonra, parayı bana getirip teslim etmiyen hıristiyan öldürüldü. Evinde bulunan ve bana âit olduğu anlaşılan para da oradan alınıp bana teslim edildi.
Hâfız Ziya ( radıyallahü anh ), Ebû Sâlih Nasr bin Abdürrezzâk hazretlerini çok övmekte, hayırlı vasıflarını zikrederek, kendisinden kalabalık bir cemâatin fıkıh öğrenip çok fâidelendiklerini bildirmektedir.
Sarsarî de, İmâm-ı Ahmed bin Hanbel ve onun mezhebinde bulunan âlimleri anlattığı Kasîde-i lâmiyyesinde Ebû Sâlih Nasr hazretlerini çok medh etmekte, kendisinden, “Asrımızda fıkhın direği, her müşkili hâlleden Ebû Sâlih” diye bahsetmektedir.
Nasr bin Abdürrezzâk hazretlerinin ba’zı eserleri olup; İrşâd-ül-mübtediîn, Erbe’ûne hadîsen, Mecâlisün fil-hadîs bunlardandır.
Ebû Sâlih Nasr bin Abdürrezzâk’ın ( radıyallahü anh ), Peygamber efendimize ( aleyhisselâm ) kadar olan râvîlerini zikrederek rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: “Ey kadınlar topluluğu! Çok sadaka verin ve çok istiğfar edin! Şüphesiz ki, ben, Cehennem ehlinin çoğunun siz kadınlardan olduğunu gördüm.”
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Zeyl-i Tabakat-ı Hanâbile cild-2, sh. 189
2) Şezerât-üz-zeheb cild-5, sh. 161
3) İzâh-ül-meknûn cild-1, sh. 63
4) Hediyyet-ül-ârifîn cild-2, sh. 491
5) Mu’cem-ül-müellifîn cild-13, sh. 90
6) El-A’lâm cild-8, sh. 24
7) Kalâid-ül-cevâhir sh. 45
KÂDI İMÂDÜDDÎN (Nasr bin Abdürrezzâk)