Âb-ı Hayat – 3838


Hilkat, yaratılış itibariyle insanlar âmâdır. Bu etten gözler her şeyi görmüyor. Allahü tealanın sıfatı, Basîrdir ‘celle celalühü’. Basîr demek, görmek demektir ama, öyle görmek değil. Basiret ehli derler ya, basiret, yani görmek, duvarın ötesini görmektir. Bu duvarın ötesini gören var mı? Yok. Peki neden? Bu basiret yok da ondan. Halbuki basiret olsa, o kalp gözü görse, bu duvar nedir ki?

Şâh-ı Nakşibend hazretlerine bir mübarek zât gelmiş; efendim, o basiret ehli dediğiniz kalp gözü açık olanlar, biz bütün dünyayı bir tabak içinde görüyoruz. İstediğimiz ülkede, istediğimiz kişiyle rahat konuşuyoruz. Cenab-ı Hak dünyayı gözümüzde bir tabağa sığdırıyor, diyorlar. Acaba bu, Nakşibendi yolunda da böyle midir diye sormaya geldim, demiş. Mübarek de ne yapmış? Ayağını onun ayağına değdirmiş. Ayağını onun ayağı üzerine koymuş. Bırak tabağı, tırnağımın üzerine bak, demiş. Bakmış ki, bütün kainat orada. Velhasıl, bizim yolumuzda bu bile fazla, demiş. Onun için, hazreti Peygamber ‘aleyhissalatü vesselam’ bir hadis-i şeriflerinde buyuruyorlar ki; İtteku ferasetü mü’min, yenzuru bi nurillah. Siz mü’minlerin basiretinden, o mübarek gözünden, ferasetinden sakının. İtteku; sakının, ittika edin. İtteku ferasetü mü’min. Mü’minin kalp gözünün bakışından sakının. Yenzuru bi nurillah. Allahın verdiği bir nûrla bakarlar, onlar için hiçbir engel yoktur. İstediği yerde, istediği kişiyi görür, konuşur, işi bitirir.



Âb-ı Hayat – 3838